Mahalledeki kahvehaneye gitti. Aşağı yukarı her gün aynı saatte yaptığı bir aktiviteydi bu onun için. Kahvehaneye gider. Dostlarla selamlaşır, çayını içer ve eğer iyi bir dörtlü grup kurarlarsa kâğıt oyunu oynarlardı. Bu oyun sonrasında da sevdiği dostlarla oturur, bir kahve eşliğinde gündemdeki konuları konuşur, tartışırlar hatta bazen o kadar tartışırlar ki kavgaya bile tutuşurlardı. Söylemeden geçemeyeceğim bu tartışmaların bazıları da çok anlamsız, cevapların olmadığı veya cevapları kanıtlanmış olsa da bazı kesimlerce kabul görmemiş cevapların olduğu yerlere çıkardı. Buna rağmen herkesin fikrine saygı duyuyor, dinliyor ve tartışmayı seviyordu.

Kahvehaneye gittiği o gün de her günkü rutinini yaptı. Önce dostlarla muhabbet etti, sonrasında kâğıt oyununu oynadılar ve en sonunda dünyayı yerinden oynatan, ülkelerin sınırları değiştiren, çevre ve iklim sorunlarını çözen hatta uzayda yaşayan varlıkları bile yeryüzüne indirebilen o tartışmalar başladı. Bugünün konusu aslında biraz insan davranışları üzerineydi. Yeni nesilden dem vurarak başladı konuşma. Masada üç kişi vardı ve tartışıyordu. O yine önce karşısındakilerinin neler anlattığını dinliyordu. Karşısındaki ikili az yaş farkıyla ondan büyüktü. Tabii ki onlar gençlerin yaptıklarını eleştiriyorlardı. ‘’Dışarı çıkmıyorlar, bilgisayarın önünde çok oturuyorlar…’’ diye konuşuyorlardı. O ise bu sohbetin içine pek girmek istemedi.

Biraz daha dinledikten sonra muhabbetin yönünü değiştirmek için ortaya başka konu atması gerektiğini düşündü. ‘’Bırakın şimdi gençleri, herkes istediğini yapabilir. İsteyen istediğini de sever, isteyen istediğini de giyer. Bana ne, sana ne, size ne… Siz bu bir yere varmayacak olan muhabbeti bırakın da bana şunu söyleyin: İnsanlar neden bu kadar cesaretsizdir?’’

Karşısındaki iki adam bu soruya güldüler. İçlerinden bir tanesi ‘’Yapma ya! Diğerlerini bilmem ama ben gayet cesaretliyim.’’ dedi. Diğeri de onun altında kalmamak için konuştu. ‘’Ben de diğer insanları bilemem ama geçen tek başıma gittiğim orman yürüyüşünde karşıma çıkan ayıyı korkutup, kaçırdım. Ben mi cesaretli olamayacağım?’’ diyerek kahkahalar attı. Sonrasında da kahveciye döndü: '’Kahveci, iki çay bir su bir de orta kahve’’ diyerek kahkahasına kaldığı yerden devam etti.

Kahkahaları bittikten sonra, söylenen kahveyi ve çayı beklediler. O sırada adam nasıl cevap vereceğini düşündü. Aslında ne cevap vereceğini biliyordu ama önemli olan cevap vermek değil onların anlayabileceği bir şey söylemekti. Bu çay ve kahve arası onun bu cevabı düşünmesi için çok iyi oldu. Çaylar ve kahve geldikten sonra birer yudum aldılar ve söze girmeye hazırdı artık, o cevabı verecekti.

‘’Şimdi ben bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum. İnsan cesaretsiz derken korkak, her şeyden kaçan diye bir şey demedim. Bilinmezliğe olan korkumuzdan bahsediyorum. Örnek olarak; ayı kovaladım diyorsun. O bölgeyi biliyorsun çünkü orada her gün yürüyorsun. Başka biri tarafından bakarsak karşına ayı veya daha farklı bir hayvanın çıkıp sana saldırabileceğini de biliyorsun. He saldırır saldırmaz orası artık ihtimal ona bir şey diyemem. Benim bahsettiğim bilinmezliğin verdiği korku. Örnek olarak insanlar cesaret gerektiren bir şeyler yaparken neden üçe kadar sayar? Hiç bilmediğin bir vadiye gittin. Şelalenin üstündesin. Ufak bir şelale bir anda koşa koşa atlar mısın? Hayır. Çünkü korkarsın bakarsın etrafına hatta üçe kadar sayıyorum dersin. İşte bu üçe kadar sayma zaman aralığında da etrafı tanımaya verdiğin kararı sorgulamaya çalışırsın. İnsan, bilinmeyenden korkan ve cesareti olmayan bir varlıktır.’’ dedi ve kahvesinden son yudumu alarak masadan kalkarak evine doğru yürüdü.