Kurt ile kuzunun hikayesinde ‘suyumu bulandırdın’ bahanesini bilirsiniz.

Belli ki tutuklu gazeteci kardeşimiz Murat Ağırel de suyu fena bulandırmış ki, yazdığı ve kirli ilişkileri deşifre ettiği kitabının adı gibi bu ‘Sarmal’dan kolay çıkacağa benzemiyor.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki Murat Ağırel’in gözaltına alınacağı haberini bir gün önceden yandaş basın mensuplarından öğreniyorsunuz. Sanki yargı mensupları havuz medyasının fahri adliye muhabirleriymişçesine…

Ve daha kötüsü Murat’a ve avukatlarına bile verilmeyen iddianamenin yandaş basın tarafından ezbere biliniyor olması…

Murat Ağırel, ‘Sarmal’ adlı kitabının bedelini ödüyor malumunuz ama bu bedel ödetmenin bahanesi MİT Kanunun İhlali. Murat, Libya’da şehit edilen MİT mensuplarının kimliklerini deşifre etmekle suçlanıyor. Herkesin bildiği sırrı ifşa etmek deyimi vardır ya onun gibi bir şey…

Ama dedik ya, Kurt’a bahane lazım…

Yandaş basına sızdırılan iddianameye bakılırsa suça suç katılmış, üzerine bir de “Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama” iddiası yapıştırılmış.

Hoş, son infaz değişikliğinde Murat’a özel madde çıkardıklarına bakılınca şaşırmaya gerek yok ama bu eklentinin sebebi, Murat’ı Asliye Hukuk mahkemesi yanı sıra bir de Ağır Cezada yargılayabilmekmiş, avukatları öyle diyor.

Gerisini Murat kardeşimizin “Tüh! Fena Yakalandım” başlıklı yazısından aktaralım;

“Avukatlarımız dosya ile ilgili bilgi almak için defalarca başvuru yaptı ancak dosya hakkında bir bilgi alamadı. Nedeni gizlilik-kısıtlılık kararı olması… Hem bir defa değil, iki defa kısıtlılık kararı alındı dosya ile ilgili. Yani iddianame ile ilgili davanın avukatlarına dahi bilgi verilmesi yasak. Elde edilmesi, yayılması suç…

Ancak gelin görün ki, daha önce yargılandığım FETÖ kumpası Ergenekon döneminde olduğu gibi iddianameye ait bilgiler, belgeler yandaş medya organlarına servis ediliyor. Bu yandaş medyada toplum nezdinde bizleri suçlu göstermek için itibar suikastı ve algı çalışması yapıyorlar.

Amaç gücümüzü aldığımız halkın yani kamunun desteğini kırmak.

Geçen gün Sabah gazetesi benim hakkımda iddianamede yer alan HTS bilgisini paylaşmış.

HTS kaydına göre, ben önce uluslararası bir haber ajansı ile 15 dakika görüşmüşüm ve sonra da şehitlerimiz ile ilgili Twitter'dan mesaj atmışım.

Uluslararası Haber Ajansı… Yani dış güçler beni yönlendirmiş. Yani beni aramış ve ben sonra paylaşım yapmışım. Vay vay vay…

İtiraf ediyorum…

15 dakika telefon görüşmesi yaptığım tarih 22 Şubat saat 14.40 görüştüğüm yer Cadde Bostan Kültür Merkezinin 4. Katı… Görüştüğüm kişinin adı Ahu Özyurt. Uluslararası Haber Ajansının adı Sputnik Türkiye. Tam kitabımın imzalanma etkinliğine 20 dakika varken, Ahu Özyurt'un Sputnik Radyo'daki programına telefonla bağlandım. Yanımda okurlarım da vardı, bu suçu işlerken! Hatta bu "suç" ile ilgili radyonun kayıtlarında aynı zamanda Youtube'daki hesaplarında kayıtları var. Konuştuğumuz kitabım SARMAL ve her şey orada kayıtlı.

Tüh yakalandım!

Bu kadar gayri ciddi iddiaya ne yazık ki bu şekilde alaycı bir cevap verilir. Şayet bu iddia doğru ise bir delil olarak dosyada var ise gerisini siz düşünün.

Sabah gazetesi peki neden algı yaratmaya çalışıyor. Çünkü mahkeme tutukluluğumuzu da değerlendirecek, iddianameyi kabul edip etmediğini bildirecek.

Sputnik Türkiye Radyo yasadışı bir kuruluş mu? Programa telefon ile katılmak suç mu?

Hemen aklımıza SETA'nın medyayı fişlediği rapor aklımıza geliyor değil mi?

Peki, daha ifadeye çağırılmadan beni hedef gösteren Pelikan hesaplarını hatırlıyor musunuz?

Ya bu yapının sesi Sabah, Takvim, Akit gibi gazetelerin haberleri.?

Hepsinin ortak buluştuğu bir yer var. Son kitabım SARMAL!

Bütün orada yazdığım isimlerin hepsi bu süreçte kum saati görevindeler. Ne kadar haklı olduğumu, uyarılarımın ne kadar yerinde olduğunu yaşayarak görüyorum.

Kabuk bağlamış yaralarımız tekrar kanamaya başladı bizim. Sabırla mahkemeyi bekliyoruz. İddia makamının isnatlarını tüm sürece ait bilgi ve belgeleri ile açıklayacağız. Bu şekilde daha fazla tutuklu kalmayacağımıza, buna 'dur' diyecek hakimlerin hala var olduğuna inanıyorum.

Tekraren bildiririm ki üstünlerin hukukuna değil, hukukun üstünlüğüne inanıyorum.

Basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 157'inci sırada bulunan cennet vatanda gazetecilik yapan ve bunu bir şeref olarak gören, kalemini namus bilen, Kemalist bir yazar olarak alnım açık, başım dik. Ne benim, ne de Barışların veremeyeceğimiz bir hesap yok. Ellerindeki kiri bulaştırmaya çalışanlar başaramayacaklar.

Cumhuriyet devrimlerini savunan, karanlığın üzerine cesaretle korkmadan giden herkese karşı duyduğum sorumluluk gereği bu açıklamayı yapmam mecburi olmuştur.

Daha başka da çamur atmaya çalışacaklar, onların tabiatı bu, inanmayın, aldanmayın, korkmayın ve susmayın…”

Son noktayı da Can Ataklı koysun;

“Sonuçta şunu anlıyoruz; Her ne kadar Türkiye’deki çalışma koşulları yasalarla düzenlenmiş olsa bile Rusya kaynaklı Sputnik Ajansı’na, konuşmak, demeç vermek, yayınına katılmak Türkiye’nin aleyhine gizli toplantı yapmak demektir.

Öyle kabul edelim biz de e yapalım yani. Ama ister istemez aklıma şu da takılıyor.

OdaTV’nin haberinden öğrendim ben de, meğer isimlerini yazacağım AKP’liler de Sputnik’in yayınlarına katılmışlar hem de üstelik 15 dakika da değil, birer saatlik programlarda konuşmuşlar.

Listeyi veriyorum; AKP’li eski bakan Nihat Zeybekci, “Yeliz” lakabıyla tanınan AKP’li vekil Ahmet Hamdi Çamlı, AKP Isparta Milletvekili Recep Özel, AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay ve AKP İstanbul Milletvekili Abdullah Güler.

Bazıları birden fazla katılmışlar yayına. Yandaşı gazeteci, akademisyen ve siyasetçi sayısı ise çok daha kabarık…

Ne yapacağız şimdi bunları?”

Dedim ya, Kurt’a bahane lazım… Ama bu bahane bu kadar da komik olmamalı.