Gençlik yıllarımdan beri birçok ortaklık mağduriyetlerine şahit oldum yurdumda. Yerel gazetede “devre mülk mağduriyeti” haberini okuyunca, aklıma diğerleri geldi. Mesela Jet Fadıl’ın İMZA otomobil hikayesi ile CAPRİS otel olayı, YİMPAŞ hissedarlarının mağduriyeti, Enver Ören’in sahibi olduğu İHLAS FİNANS’tan  mağdur olanlar, saadet zinciri kurup milletten müthiş miktarda para toplayıp bu kişileri mağdur eden ismini bile hatırlamadığım zatlar, Konya’da kurulan çok ortaklı holdinglerin bazıları, Banker Kastelli ve diğer bankerler ile en son 132000 kişiden 1 milyar 100 milyon lirayla kayıplara karışan ÇİFTLİK BANK Tosuncuğu Mehmet Aydın’ın topladığı paralarla yurtdışına kaçıp, hakkı olmayan emanet serveti gönlünce harcaması gibi olaylar bu örneklerden bazıları.        Sakarya’mızda da yaşı müsait olanlar hatırlar, zannımca ortaklarını üzen, örnek ve takdir edilen şirketler olamayan CERSAN, SASTAŞ ve SİMPAŞ gibi çok ortaklı şirketler kurulmuştu. İyi niyetle kurulan bu şirketler bir süre üretim yapıp faaliyet gösterdiler. Fakat, ortaklarının bir kısmı ineklerini satarak, diğerleri de yıllarca biriktirdiği paralarla katıldıkları bu yolda memnun kalmadan ayrıldılar. Bu şirketler de uzun süre yaşamadılar.

Nedense, Türkiye’de aile şirketleri de dahil olmak üzere ortak iş yapma kültürü hakça adil paylaşım kuralına uygun uzun soluklu on yıllar, yüzyıllar süren işletmeleri yaşatamıyoruz. Ekonomi dünyasında bu örnekliğe fazlaca raslayamıyoruz.

Örneğin, 1980 ve 1990’lı yıllarda inşaat kooperatifçiliği yaygındı. Diyelim ki, 100 kişilik inşaat kooperatifine 150 veya 200 kişi üye yapılarak haksız kazanç sağlayarak üyelerini mağdur eden sahtekar kooperatif yöneticileri çıkıyordu. Hala benzeri haberleri gazetelerde okuyoruz.

Çözüm nedir derseniz, birincisi düzgün insan yetiştirmektir. Hesap gününe inanan, kul hakkı nedir bilen, empati yapıp o ailelerin mağduriyetlerini düşünen erdemli insanlar yetiştirirsek, bu olayların önüne geçebiliriz. İkincisi de, Ticaret Kanunlarını bu suiistimalleri önleyecek şekilde şeffaflık, denetlene bilirlik mekanizmasını işletecek şekilde düzenlemek gerekir. Yoksa, “ahbap-çavuş” ilişkileri ile bu yönetici benim akrabam, arkadaşımdır “ben ona güveniyorum” gibi sübjektif kavramların arkasına sığınmadan örnek kooperatifçilikler ortaya koyabilmeliyiz.

Kooperatifçilik ülkemizin kalkınmasında “olmazsa olmaz” bir modeldir bence. Sadece inşaat sektöründe değil, tarım ve hayvancılıkta uygulamalıyız. Üretim ve tüketim kooperatifleriyle fiyatları artıran aracı kurumları da ortadan kaldırıp; yeni bir kalkınma modeline geçmiş oluruz. Bunun en son örneği Tunceli Ovacık’ta görüldü. Belediye başkanının önderliğinde ortaya konan bu başarı, Türkiye Kominist Partisine Tunceli ilinin belediye başkanlığının kazanılmasını sağladı. Demem o ki, bu örnekte Tunceli halkı kominizme değil, kooperatifçilikle kalkınma modeline oy verdi diye düşünüyorum. Yani, ülkemizde kooperatifçilikte güzel örnekler de var.

Sakarya’mız dahil ülkemizin topraklarının çok büyük kısmı ekilip biçilmiyor. Tarım bakanlığı, belediyeler, diğer devlet ve sivil toplum kuruluşları koordineli olarak; bir metrekare dahi toprak boş kalmamacasına planlanarak, hangi ürün nerede, ne kadar ekilecek hesaplanarak kalkınma hamlesini hayata geçirmeliyiz. Hem işsizliğe çare, hem ithalat ile borçlanmanın önüne geçerek bağımsızlığımızın asıl göstergesi olan “kendi kendine yeten, üreten bir ekonomi” olmamız için bunu başarmalı değil miyiz? Buna engel nedir?

Topraklarımız bakir, ekmiyoruz. Gençlerimiz bekar, evlendirmiyoruz. Bunlara çare üretmeliyiz.

Oysa, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; turizm bizde, madenler bizde, toprak bizde, gençler bizde ama; un var, yağ var, şeker var helva yapamıyoruz misali gibiyiz. Zengin toprakların fakir bekçileri olmaktan kurtulmalıyız. Daha önemlisi, geleceği aydınlık bir Sakarya ve Türkiye için, önce yanlış fikirlerden ve gidişattan kurtulmamız gerekiyor. Saygılarımla.