Sadece sendika başkanı sıfatımızla değil, tüm insani ve vicdani iştiyakımız ile söylediğimiz sözdü; “Susma. Sustukça sıra sana gelecek!” sözü…

Artık devir değişti ve biz bugünlerde ‘sus, susmadıkça sıra sana gelecek’ aşamasındayız.

Sıra bana ilk kez gelmiyor aslında. 2002’den bu yana ödediğim tazminatların haddi hesabı yok.

Ertelenmiş cezalarım, hükmünün açıklanması ertelenen cezalarım da Demokles’in kılıcı gibi başımın üzerinde dönüp duruyor.

Yani en küçük bir ceza, bütün infazlarımı yakacak ve alacağım cezalara da kalan ömrüm yetmeyecek.

Yani ilk değil…

Ama ilk olan, beni, benimle terbiye etmek yerine gazetem üzerinden yüklenmeleri ve gazete 8 günlük resmi ilan cezası kesmeleri…

İşte buna gelemem ve işte bundan korkarım.

Dolayısıyla ‘sonuç ne olursa olsun gazetecilik ilkeleri doğrultusunda bu ülke için, bu topraklar için, halkın haber alma hakkı için gerçekleri yazmaya devam edeceğim’ kahramanlığı yapamayacağım.

Dünkü yazımda, ‘bir ülkede, sözde koronvirüse tedbir maksatlı İnfaz yasasından:

Hırsızlar, Organize suç örgütü üyeleri, Soyguncular, Gaspçılar, Devlet malını yağmalayanlar, Mafya mensupları, Rüşvetçiler, Kadın satıcıları, Sahtekârlar, Çeteciler, Milleti dolandıranlar yararlanıyor ama piyango eli kalem tutan gazetecilere vurmuyor, hatta amorti bile çıkmıyorsa, o ülkede bir şeyler yazmanın da anlamı yoktur bence…’ demiştim.

Bir anlık sinirli demişim. Tabi ki yazacağım ama suya sabuna dokunmadan ya da ‘anasına tecavüz haberini alınca yaşasın, bir kardeşim olacak desenize’ kafasını yaşayan Pollyanna gibi belki de…

Bugün iyi şeyler yazıp öveceğim mesela…

Ama önce şu fıkrayı anlatmama izin verin;

Henüz Sovyetler dağılmadan, Fransa’dan Ermenistan’a göç eden bir Ermeni, Sovyet istihbaratının takibine takılmamak için Paris’te kalan ağabeyi ile şöyle anlaşır: ‘Oradaki durumu yazarken eğer iyi ise sorun yok, açık açık mavi mürekkeple yazarım, ama kötü ise haliyle iyiymiş gibi ama yeşil mürekkeple yazacağım, sen anlarsın.”
Bir zaman sonra ağabeyine şöyle bir mektup gelir: “Her şey gayet güzel, mükemmel, barış ve huzur içinde yaşıyoruz, aç açık değiliz, ev verdiler, iyi bir iş temin ettiler, her şey dört dörtlüktür, ufak tefek eksikler var kuşkusuz ama önemli değil, örneğin hiç yeşil mürekkep bulamadım.”

Ben de aşağıdaki satırları aslında yeşil mürekkeple yazacaktım ama bulamadım.

Türkiye bir süper ülke oldu.

Çünkü başkanlık sistemine geçtik ve başındaki kişi Türkiye’yi uçurdu.

Tüm dünyaya kafa tutuyor, herkese diz çöktürüyoruz.

Şimdi de bütün alicenaplığımız ve lider ülke olmamızın avantajı ile Amerika başta olmak üzere koronaya diz çöken ülkelere yardım yapıyoruz.

Amerikalısından Çinlisine kadar bütün dünya bizim hibe ettiğimiz maske ve test kitlerini kullanıyor.

Korona ile dünyada en etkili mücadele Türkiye’de yapılıyor.

Bu konuda bütün ülkeler bizi kıskanıyor.

İktidar halkın tüm ihtiyaçlarını karşılıyor.

Bedava maske dağıtıyor, kolonyayı eksik etmiyor.

Borçlar erteleniyor, isteyene cazip ödeme koşullu krediler veriliyor.

Sen yeter ki evde kal kampanyasına uyan bütün vatandaşlarımızın evlerine günlük her türlü gıda desteği sağlanıyor.

Ekonomimiz hiç olmadığı kadar güçlü, İMF’ye bile yardım yapabilir, isteyen her ülkeye faizsiz kredi desteği sağlayabiliriz.

Turizm Bakanlığı, korona sonrası için bütün tedbirleri aldı, Türkiye turist akınına uğrayacak.

Salgından zarar gören bütün işletmelere finans desteği sağlandı.

Bu gidişle dünya açlıktan ölecek ama biz her türlü tedbiri aldık.

Tarım Bakanımız -hay Allah ismini unuttum- 7/24 çalışıyor.

Çiftçilerimize ve üreticilerimize destek yağdırıyor.

Başta gübre, mazot ve finans olmak üzere bütün ihtiyaçları temin ediliyor ki bu gidişle Türkiye kendi kendine yeten ülke olmakla kalmayacak, tüm dünyayı da besleyecek.

Bugünlük yazacaklarım bu kadar.

Dediğim gibi yeşil mürekkep bulamadım ama sorun değil.

Şimdi bu yazıyı okuyunca ülkemizin gördüğü göreceği en başaralı hükümetimiz buna da el atacaktır mutlaka…