Merhaba değerli okuyucular,

Bugünden itibaren ekonomi ile ilgili yazılarımı sizinle düzenli olarak paylaşacağım. Genç ve hayattan beklentileri olan biri olarak herkes gibi mantık çerçevesinden çıkmadan yarınlara ümitle bakmak istiyorum. Ekonomi ile ilgili konuları ele alırken de durumu tüm gerçekliğiyle ortaya koymakla beraber içimizdeki umudu ayakta tutmak için görebildiğim artılara da dikkat çekmeye gayret edeceğim.

Ekonomi ile ilgili her gün, her ortamda sayısız yorum yapılmakta. Bu yorumların çok büyük bir kısmı insanların duygu durumuna bağlı olarak olumlu veya olumsuz olarak değişmekte ve genel olarak ekonomi bilgisi gibi bir temele dayanmadan bu yorumlar cesurca dillendirilmekte.

İlk olarak şunu bilmek lazım ki, ekonomi bir sosyal bilimdir ve temelinde insan yatar. İnsan olmadığında paranın da varlığı ortadan kalkacağından paranın üreticisi ve tüketicisi olan insanı işin içine katmadan yapılan her hesap eksik kalacaktır.

Muhakkak ki bir ekonomide de kesin olan kurallar vardır. Fakat doğa bilimlerinden farklı olarak toplum yapısı ve çağ değiştikçe ekonomideki kurallar da değişmeye başlar. Bu sebepten ilk yazımda bugün içinde bulunduğumuz tablonun oluşmasında rolü olan sebepleri sosyo-ekonomik perspektiften ele alacağım. İşe, makroekonomik yönetimden ziyade, bireylerin ekonomik bazda ekti gücünden ve toplum yapısının ekonomi üzerindeki etkilerinden bahsederek başlamak istiyorum.

Ekonomide her birey büyük ve ya küçük etki gücüne sahiptir. Ve bireylerin etkileri bir araya gelerek bir bütünü oluşmaktadır. Bunu bilerek her birey ekonomik davranışlarının, ülke ekonomisinde bir yansıması olacağını ve de ülke ekonomisinin geldiği durumdan etki gücü oranında sorumlu olduğunu bilmelidir.

Bugünkü tabloda, moralimizi bozacak çok fazla şey var. Kur problemi, dış borç, işsizlik vb. birçok sorun insanların çok fazla şikâyet ettiği konuların başında geliyor. Hayat şartları her geçen gün zorlaşıyor. Bu sorunları göz ardı etmek muhakkak ki bir şeyi değiştirmeyecektir. Fakat tüm ekonomik sorunların ardında öyle derin bir problem var ki, bu değişmedikçe, bu sorunlar asla kalıcı olarak çözülemeyecektir. Bu da toplumumuzun üretkenlikten uzak ve lüks tüketime düşkün olması problemdir.

Yıllardır dillere pelesenk olmuş bir söylem var ki o da “üretim ekonomisi” söylemidir. Evet, üretim ekonomisine tam olarak geçememek şuan için en önemli problemlerinden biri. Bu yetmezmiş gibi bir de lüks tüketime olan düşkünlüğümüz var ki, yaşanan sorunları daha da derinleştirmekte. Ve şuan içinde bulunduğumuz durumun en temelinde yatan iki sorun bu ikisi. Üretimde eksik olmanın sonucu tüketilen mallarda, eksik kalındığı ölçüde dışa bağımlılık demektir. Lüks tüketimin sonucu ise ihtiyacın ötesinde harcama yapmak, yani kaynak israfı demektir. Hem üretimde eksiklik yaşayıp hem de lüks tüketime eğilimi olan bir toplumda ekonominin sorunlar yaşıyor olması kaçınılmazdır.

Maalesef bu iki problem de hatırı sayılır ölçüde ülkemizde kendini gösteriyor. Mobil cihazlardan tutun, arabaya kadar birçok ürünü ithal ediyoruz. Karşılığında ihraç ettiğimiz mallar ise ithalatı karşılamada yetersiz kalıyor. Bu da borcumuzun büyümesine sebep oluyor. Tasarruf oranlarımız da çok düşük. Üretimde dünyanın en ileri gelen ülkelerinden biri olan Çin’in tasarruf oranı 2017’de %50,35 iken bu oran Ülkemizde %15 civarlarında seyretmekte. Bu da yatırımlar için gereken sermayenin birikmesine engel olmakta.

Genç nüfusun büyük bir kısmı sadece üniversite okumuş olmak için yıllarını harcıyor ve mesleki anlamda ciddi eksiklerle mezun oluyorlar. İşverenler, çalışanlarının standartlarını arttırarak verimliliği arttırmaya çalışmak yerine işçi ücretlerini tutabildiği kadar düşük tutma gayretinde. Ar-ge harcamalarında halen batının fersah fersah gerisindeyiz. Buna rağmen henüz üretmeyen (üretmek için hazırlanan) öğrencimizden tutun da işçimiz, memurumuz, mavi yakamız, beyaz yakamız dünyanın en pahalı telefonunu kullanmak için kredi çekebiliyor. İlk Kosgeb teşviklerinde iş kurulması adına verilen paralar yurtdışında tatillerde harcanabildi.

Bu hatalar daha çok uzatılabilir. Özetle, bireysel olarak da yapılan hatalar yeterince fazla. Ve bu hatalar bir araya geldiğinde kronik olarak idare edilmesi zor bir ekonomik tablo oluşturuyor. Bu reflekslerin üzerine bir de yönetimsel hatalar yapıldığında problem, içinden çıkması çok daha zor bir hal alıyor.

Ve en kötüsü bu problemle baş etmek adına insanların ümitleri de kayboluyor. Her insan, iktisadi perspektiften bakıldığında aynı zamanda bir ekonomik aktör olduğundan, bu moral düşüklüğü önce insanların üretkenliğinin ve verimliliğinin düşüşüne ardından da tüketim ile mutlu olma eğilimine sebep oluyor.

Ülkece, bireysel olarak yaptığımız hatalar çok fazla. Bu hatalardan acilen ders çıkarıp kendimizi iyileştirmekten başka çaremiz yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Ve eleştirmekten ziyade neler yapabiliriz diye düşünmek zorundayız. Her birey ülke içinde az veya çok bir etki gücüne sahip olduğunun farkına varmalı. Girdi olmadan çıktı olmaz. Yani emek vermeden kazanç sağlanamaz. İnsanımız kıısa yoldan köşeyi dönmenin yollarını aramaktan ziyade uzun vadede başarı sağlamak adına projeler üretmenin arayışına girmeli. Tükettiğiyle değil ürettiğiyle itibar görmek için çabalayan bireyler haline gelmeliyiz. İçi boş bir mühendis olmaktansa mesleğinin zirvesinde bir tekniker olmayı tercih edebilecek bilince en kısa sürede erişilmeli. Bir işveren çalışanının hayat kalitesini düşünmeli ve bunu iyileştiremediği ölçüde kendini kötü hissedebilmeli. Sosyal ortamlarda hataları akşama kadar eleştirmektense, ortamdaki dostlarla yarınları iyileştirmenin küçük de olsa planları yapılmalı.

Ekonomik düzenlemeler, reformlar yapılır. Fonlar sağlanır. Borçlar yapılandırılır. İlişkiler düzeltilebilir. Gelir arttırılır. Fakat her hatanın da bedeli ödenir. Biz ülkece yaptığımız hataların bedelini bugün, yükselen kur, enflasyon, işsizlik, dış borç ve gittikçe zorlaşan hayat koşulları olarak ödüyoruz. Yapılması gereken; yanlışları eleştirirken kendimizden başlamak ve düzeltilebileceğimiz hatalarımızı derhal düzeltmek.

Tekrar belirtmekte fayda var. Ekonominin merkezinde insan vardır. Tüm o karışık denklemler, anlaşılması zor terminoloji ve kompleks planlamaların hepsinin ardında “Rational People” yani Rasyonel/ Mantıklı İnsan varsayımı vardır. Ve insan davranışlarında bir mantıksızlık varsa hiçbir teori o toplumu kurtarmaz. İlk odaklanılması gereken şey toplum yapısıdır. Bunun için de her birey kendinden başlamalıdır.

Kendinde eleştirebileceği bir sürü eksik varken, sürekli başkasını suçlayıp eleştirmek çaresiz insanların sergileyeceği bir davranıştır. Unutmamalıyız ki, yapacağımız her şeyin bir etki gücü var. Herkes topluma karşı sorumluluklarının farkına varmalı ve yaptıklarının bir bütünü oluşturan parçalardan biri olduğunu unutmamalı. Daha güzel günler ekonomi disiplini açısından da ancak böyle mümkündür.