Bugün de köşemi, bayramı buruk geçirmemizin sebeplerinden tutuklu gazeteciler Barış Pehlivan ve Murat Ağırel’e bırakıyorum.

Önce Barış Pehlivan;

“Ne günlerdi… Fethullahçı polislerin ve savcıların ellerine verdiğini “özel haber” diye basanlar, sürekli bir gizem pompalıyordu: “Ergenekon’un 1 numarası kim?”

Bu soru üzerinden öyle yalanlar üretildi ki…”1 numara” sarı saçlı mavi gözlü, deyip Atatürk’ü işaret edenler bile çıktı.

Kamuoyuna bunu tartıştıranlar, aynı tarihlerde ABD’ye “işin aslını” fısıldıyordu. WikiLeaks’in yayımladığı 16 Mayıs 2009 tarihli ABD kriptosundan öğreniyorduk ki…

Ergenekon soruşturmasına bakan Fethullahçı polisler, ABD İstanbul Başkonsolosu Sharon Wiener’e “1 numara diye bir şeyin olmadığını” söylemişti.

Peki o halde, aynı polisler neden Türkiye’de bu gizemi yıllarca sürdürdü?

Yanıtı basitti: “Turpun büyüğü heybede” deyip, tüm topluma daha fazla tutuklama olacak korkusu aşılanıyordu. “Gizlilik” katarak kumpasa “inandırıcılık” sağlanmaya çalışılıyordu.

Tıpkı… Fethullahçı savcı Zekeriya Öz’ün, bu satırların yazarını da kapsayan Odatv tutuklamalarına tepki gösterenlere “açıklanamayacak deliller var” demesi gibiydi.

Elbette öyle deliller yoktu. Amaç; bilinmezliğin yaratacağı korku üzerinden suskunluk sağlamaktı.

Neyse ki o günler geride kaldı, demek isterdim. Ama Karl Marks diyor ya; “geçmiş biri karabasan gibi uzanıyor şimdinin üstüne.”

Şimdi olan neydi?

İddianamemizde Odatv’ye yapılan asıl suçlama; şehit MİT mensubuna dair değil de, cenazesine katıldığını iddia ettikleri MİT mensuplarının da olduğunu ileri sürdükleri fotoğraflar.

Savcılar “ilk defa Odatv yayımladı” diyerek, cenazeden 2 kareye vurgu yapıyor.

Bununla birlikte; Odatv’de, geçtik yazmasını iması dahi olmamasına rağmen, fotoğraflarda MİT mensuplarının da yer aldığını savcılar ifşa ediyor.

Tam da burada, çok önemli bir ayrıntıyı yazmalıyım. İddianamenin tamamında genelleyici cümleler olmasına rağmen, Barış Terkoğlu’na ayrılan bölümde kritik bir detay var. Savcılar o bölümde Odatv’de yayımlanan haberden bahsederken, “cenaze törenine katılan diğer MİT mensuplarının da deşifre edildiği bir adet fotoğraf” diyor.

Yani 50 sayfalık iddianamenin son bölümünde öğreniyoruz “suçlama sadece 1 fotoğraf üzerinden” itirafını…

Şimdi, iddianamede ne zaman o fotoğraftan bahsedilse, savcılar sık sık şu iddiada bulunuyor:

“Gizlice çekildiği tespit edilen…”

Haliyle bekliyorsunuz ki; o fotoğrafın “gizlice” çekildiğine dair bir kanıt sunulsun.

İddianamede var mı böyle bir kanıt? Yok”

MİT’in suç duyurusunda var mı böyle bir iddia? Yok!

İstanbul Emniyeti’nin habere dair araştırma raporunda var mı böyle bir tespit? Yok!

O halde… Savcılar neye dayandırıyor, o fotoğrafın çekiminin “gizlice” olduğunu?

Nasıl olur da, bir küçük kanıt dahi ortaya koymadan “tespit edildi” diye büyük laflar kullanılır?

Kaldı ki… Odatv’nin suçlandığı o fotoğrafı çeken kişi belli mi, belli: Eren Ekinci.

Akhisar Belediyesi’nin basın biriminde çalışıyor. Cenazeye davet edilen belediyenin görevlisi olarak orada. Kendisi de bu davada sanık ve ne doğru ki tutuksuz.

Peki… Şehidin naaşının ne zaman ve nereden kalkacağını, hem şehidin hem de babasının açık adıyla, yetmeyip şehidin fotoğrafıyla ilk kez internette ifşa eden, bunu yaparken herkesi de cenazeye davet eden köy muhtarının tanık yapıldığı bu davada…

Yüzlerce kişinin katıldığı ve katılanların çektiği fotoğraf ve videoların internette dolaştığı bu gerçeklikte… Fotoğrafı çeken kişiye “o fotoğrafı nasıl çektin” sorusunun dahi savcılık tarafından sorulmadığı bu dosyada…

Ben soruyorum: Nasıl oluyordu da, bu kadar rahat ve bu kadar temelsiz şekilde “gizlice çekildiği tespit edildi” cümlesi iddianameye konuyordu?”

Ve Murat Ağırel’in mektubu;

“Suçsuz olduğumu, yapmadığım bir şey ispatlamak zorundayım. Elbet bu süreç bitecek ve suçsuzluğum ortaya çıkacak buna tüm kalbim ile inanıyorum 24 Haziran'ı iple çekiyorum. Umarım yapılan hatanın farkına varılır ve yeniden kara kızımın, eşimin, oğlumun, ailemin yanına dönebilirim.

İddianameye baktığımda hakkımda hiçbir delil sunulmadığını görüyorum. Sundukları tek delil Sputnik'te kitabım hakkında Ahu ile yaptığım radyo röportajı.

Dezenformasyon çalışması olarak da 5. Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tartışmalı kararı göstermişler. Ne bir telefon kaydı, ne sanıklar ile aramızda bir telefon konuşması, bir yazışma hiçbir şey yok.

HTS kayıtlarını daha görmedim. Orada da bir şey yok. Bırakın bir ayı 12 ay geriye gitseler yine bir sonuç çıkaramazlar. Olmayan bir şey ortaya çıkmaz çünkü.

2008 yılına kadar gazeteciler katlediyorlardı. Üzerlerine kurşun, bomba yağdırıp katlediyorlardı. 2008 yılından sonra ise üzerlerine yalan, iftira, kumpas yağdırıp, cezaevinde beton dökmeye başladılar.

Türk milleti elbet silkelenecek, adeta küllerinden yeniden doğacaktır. Atatürk rozetçileri, bayrak milliyetçileri gerçek Türk milliyetçilerinin yanında yer alacak ve şanlı Türk tarihi aslına rücu edecektir. Kimsenin kuşkusu olmasın…”