Toplu taşımada yan yana oturan iki yaşlı adam vardı. Birbirlerini tanımadıkları hatta daha önce birbirlerini hiç görmedikleri oturuşlarından ve birbirlerine kaçamak attıkları bakışlardan belliydi. İkisi de kavgalı iki devlet gibi oturuyorlardı. Sanki biri bir zeytin dalı uzatsa kırk yıllık dost gibi konuşacaklar ya da biri diğerinin hoşuna gitmeyen bir şey yapsa hemen orada tartışacaklar veya savaşacaklar gibiydi.

   Karşılarında otururken kaçamak gözlerle izliyordum onları. Yaşlı adamlardan biri paltosunun cebinden katlanmış bir gazete çıkardı. Gazetenin tek sayfanı düzgünce katlamış ve cebine koymuştu. Diğer cebinden de bir kalem çıkardı ve bulmacasını çözmeye başladı. Yanında oturan adam da kaçamak gözlerle onu izliyordu. Bulmacayı çözen adam önce bildiklerinden başlamış olacak ki hızlıca yazdı ve en sonunda yavaşlamaya ve durup düşünmeye başladı. Tam o sırada yanındaki adam tutamadı kendini ve ‘’Emay’’ dedi. İki ülke arasında ilk diplomatik bağlantı böylece kurulmuş oldu. Bulmacayı çözen adam yanındakinin yüzüne bakmadan, ‘’O ne ki?’’ dedi.

‘’Bir tür cila diyor işte, dört harfli o emay olacak.’’ dedi.

‘’Peki, teşekkürler.’’ diyerek adamın verdiği cevabı yazdı bulmacaya.

Cevabı veren adam da derin bir nefes aldı ve söze girdi: ‘’Ben de bir ara çok çözerdim. Sonra gazete almamaya başladım. Bu dönemde ne okunacak gazete kaldı ne de gazeteyi okuyacak heves’’ diyerek kendini geri çekti ve karşısındakinden cevap bekledi.

Bulmacayı çözen adam bir süre duraklayıp düşündükten sonra, ‘’Haklısınız. Devir çok değişti, bizim zamanımızdaki gibi değil hiçbir şey.’’ dedi.

   İkisi de istemsizce başlarını salladılar bu duruma. Daha sonrasında da söze ilk giren adam hükümeti, politikayı, yaşam standartları başta olmak üzere her şeyi eleştirmeye başladı. İlk başlarda tek başına konuşur gibiydi ama ilerleyen cümlelerde bulmacayı çözen adam da ona katıldı.  Eleştirdiler, kendi düşüncelerini, fikirlerini söylediler. İnecekleri yere kadar konuştular. İnecekleri durak, benim ineceğimle aynıydı. Onların arkasından ben de indim. Bilerek arkalarında kalmaya devam ettim. Hararetli konuşmaları ve tartışmaları devam ediyordu. En sonunda birbirlerinin ellerini sıkarak ayrıldılar.  Biri yolun karşısına geçti ve polisin yanına gitti. Diğeri de yolun diğer tarafında yolda duran polisin yanına gitti.

   Polislere birbirlerini işaret ettiler vebunun sonucunda  iki polis ikisini de orta noktada buluşturdu. Hükümeti ve sistemi eleştirdiği için birbirlerini polise şikâyet ettikleri anlaşıldı. İkisi de ‘’Ben suçsuzum. Onu konuşturmak için ben de konuştum.’’ diyordu. Bir süre onların yanında durdum ve olan biteni dinledim.

   En sonunda dayanamadım hem şaka hem de bu iki adama ders olsun diye söze girdim, ‘’İkisi de eleştirdi memur bey, birbirlerine bakmadan eleştirdiler. Bence ikisi de birbirini konuşturmak için değil, içlerinden geleni söylemek istedikleri için konuştular. Sonrasında da korktukları için birbirlerini şikâyet ettiler. Artık karar sizin.’’ diyerek oradan uzaklaştım. Uzaklaşırken arkama bile bakmadım. İçimden kıs kıs gülüyordum. Şakanın en güzelini ben yapmıştım. Derken bir el koluma girip, ‘’Arkadaşım, o adamları gözaltına aldık, seni de almak zorundayız.’’ dedi.  ‘’Neden? Ben sadece şaka yapmıştım memur bey.’’ diye vitesi geriye takmaya çalışsam da, olmadı. Adamlar hükümeti eleştirmekten  hapis cezası alırken, ben de bu eleştirilere şahit olup şikâyet etmediğim için para cezasına çarptırıldım. Aslında şaka yaptım desem de karar değişmedi. Oturdum halime güldüm. Şaka mı yapmasaydım, şikâyet mi etmeseydim bilemedim.