Önce şunu itiraf etmeliyim ki, 28 Şubat dönemi tehdit sıralamasında birinci sıraya ‘irtica’nın oturtulmasına en çok tepki gösteren hatta bu konuda yargılananlardan biriyim.

Yanılmışım, özür diliyorum. Bugün anlıyorum ki irtica bu ülke için en büyük ve en birincil tehdittir.

Bunu, geç de olsa, mümin/mutmain görünen kişi ve kuruluşların bu iktidar döneminde palazlanmaları ve ortayı çıkmalarıyla anladık.

Ama 15 Temmuz’da yaşananlara rağmen bu iktidara bir türlü anlatamadık.

15 Temmuz’dan sonra, idam yaygaraları kopardıklarında, Atatürk’ün sözde din adamlarıyla neden mücadele ettiğini nihayet anladıklarını ve geç de olsa Atatürk’ün; “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır”  sözündeki hikmetini anladıklarını umut etmiştim.

Yanılmışım… Bunların, milletin ve kendi tabirleriyle ümmetin başına bela edilen cüppeli, takkeli, fesli ne kadar tarikat varsa kökünü kurutmalarını boş yere beklemişim.

O dönemde de yazmış ‘bütün bunların kökünü kurutursanız, işte o zaman ellerinizden öperim. Ama bunların yerine imam-hatip tarikatını(!) ön plana çıkarmamak kaydı şartıyla’ demişim.

Olmadı... FETÖ’den boşalan bürokrasi koltukları benzeri zihniyetlerden arındırılmadı.

Aksine, FETÖ’den boşalan kamusal alanın diğer tarikat ve cemaatlerce doldurulmasını adeta teşvik ettiler. Ve gerçekten ‘irtica’ en büyük tehdit haline geldi.

Geldi ama sağ/muhafazakar kesim ‘aman yanlış anlaşılırım falan’ endişesiyle bu konulara hiç değinmezken, cemaat ve tarikat tehdidini araştıran/yazan/eleştiren parti ve gazeteciler de genellikle ‘solcu’ olmalarından ve ‘dinsiz, din düşmanı’ yaftasından dolayı pek dikkate alınmıyorlar.

Oysa bu sorun direk olarak milliyetçi/muhafazakar kesimin sorunudur, ilk ve en önce onları ilgilendirir eğer samimi Müslüman iseler.

Çünkü sorgulanan, eleştirilen, hafife alınan ve hatta saldırılan din onların dinidir.

Eğer muhafazakar iseler ve söz konusu dini muhafaza etmekse mevcut tehdidi ‘içerden ve dışardan’ gelen diye ayırıp sadece dışardan gelene önlem almak ve onu da dinimi, dindarımı dinsizlere yedirmem mantıksızlığına hapsetmek hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Ben hangi saiklerle olursa olsun bu konuda yazan/araştıran/eleştiren herkese saygı duyuyor ve gerektiğinde de teşvik ediyorum.

Dahası yeri ve zamanı geldikçe ben de yazacağım; Domuz bağıyla öldürülmek pahasına da olsa!!!

İsmail Saymaz, geçtiğimiz günlerde kamuda FETÖ’den boşalan makamların cemaatler ve tarikatlar tarafından doldurulması konusuna değindi ve Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü özelinde Hizbullah kadrolaşmasına dikkat çekti.

Lütfen kimin yazdığına değil ne yazdığına bakarak okuyalım ve öyle değerlendirelim;

“Türkiye'de bir Kürt-İslam devleti kurmayı amaçlayan Hizbullah, 1990'lı yıllarda PKK ile birlikte Doğu ve Güneydoğu'yu kana bulamıştı. İran bağlantılı örgüt, PKK ile girdiği hakimiyet savaşında infazlar gerçekleştirdi.

Satırlarla insanları doğradı.

Feminist Konca Kuriş ve daha nicelerini domuzbağıyla öldürüp mezar evlere gömdü.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ı katletti.

Hizbullah, 2000'li yıllarda yasal alana geçerek, Hür Dava Partisi'ni (Hüda-Par) kurdu. Güneydoğu'da üçüncü parti olan Hüda-Par, kritik referandumlarda AK Parti'yi destekliyor. İki parti, 6-7 Ekim 2014'te Hüda-Par üyesi Yasin Börü ve üç arkadaşının PKK'lılar tarafından vahşice katledilmesinden sonra daha da yakınlaştı.

Hizbullah, Kobani olaylarında sahneye çıktı.

Kendisine ‘Şeyh Said Seyyareleri' adını veren Hizbullahçılar, PKK'lılarla sokaklarda çatıştı.

Bu arada Hüda-Par, örgütlenmesini bütün ülkeye yaydı. Rehber TV adlı kanalı ve Doğru Haber adlı günlük gazeteyi kurdu.

Yasadışı örgüt, yasal parti ve dini cemaat şeklinde üçlü bir görünüm arz eden bu yapı, AK Parti yanlısı Memur-Sen Konfederasyonu'nda memurlar arasında kitleselleşiyor.

En başta da Milli Eğitim'de…

İddiaya göre Hüda-Parlı öğretmenler, Memur-Sen'e bağlı Eğitim-Bir-Sen'de faaliyet gösteriyor. İmamlıklarını, şube başkan yardımcı olan Y.Ö. yürütüyor.

Y.Ö., bir imam hatip lisesinde İngilizce öğretmeni.

Hüda-Parlı bir diğer başkan yardımcısı ise, beden eğitimi öğretmeni K.A.

K.A.'nın ağabeyi Y., polis Mehmet Zengin'i şehit etmekten ceza almıştı.

Şube Başkan Yardımcısı R.G.'nin ağabeyi R.'nin de Hizbullah'tan hüküm giydiği ifade ediliyor.

Diyarbakır'daki en az 20 imam-hatip lisesi ve ortaokulunun müdürü ve yardımcısının bu parti ile bağlantılı oldukları, bazılarının geçmişte Hizbullah'tan tutuklandığı kaydediliyor. Örneğin, Bağlar'daki bir müdürün 5.5 yıl, aynı okulda görevli öğretmenin iki cinayetten ötürü 12 yıl hapis yattığı ifade ediliyor.

Hüda-Par'lılar Eğitim-Bir-Sen'in Çınar, Çermik, Bismil, Hazro, Ergani ve Hani şubelerinde de yöneticilik yapıyor.

İlim Yayma Cemiyeti ya da TÜGVA'ya bile sızdıkları anlatılıyor.

İddialara göre Diyarbakır'daki okul aile birlikleri de gelir kaynağı olarak kullanılıyor.

En az 200 okul kantinini onlar işletiyor. Kantin ihalelerine müdahale ederek, hile yoluyla onda biri oranında kira ödedikleri ileri sürülüyor.

Görünen o ki… Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullar, bu parti-örgüt ve cemaatin sempatizanlarına terk ediliyor.

Peki, Hüda-Parlı öğretmenler bu derslerde öğrencilerimize neler anlatacak?

Sokak infazlarını mı? Domuzbağıyla insan öldürmeyi mi?”

Sözün Özü; Siyasal muhafazakar(!) kesimin pek umurunda olmayacağını biliyorum ama en azından hükümet destekçisi Türk milliyetçilerini(!) daha duyarlı olmaya davet ediyorum.