‘Ben hala Suriye’de ne işimiz var’ diyenlerden olduğum için, birkaç gündür en çok muhatap olduğum soru; Sen savaşa karşı mısın?

Buradan cevap vereyim; Hayır canım!

Atatürk’ün dediği gibi, zorunlu ve hayati olmayan bir savaşa karşıyım, ‘ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe’ savaşın bir cinayet olduğu düşüncesindeyim.

Ve yine Atatürk gibi, ‘Ulusu savaşa götürüne vicdan azabı duyurmayan, ancak ve ancak öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye girilen mecburi savaşları destekliyorum.

Ben de Atatürk gibi; ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzak kalmalıdır’ diyorum.

Atatürk’ün “Askeri hareketler, siyasi faaliyetlerin ümitsiz olduğu noktada başlar” tezinden yola çıkarak, milli ve milletlerarası siyasi faaliyetler noktasında sınıfta kalan, diplomasiyi yürütemeyen, dış politikasını başkalarının çıkarları üzerine inşa eden iktidar erkinin, biraz da bu başarısızlıklarını unutturmak maksatlı savaşlarına itirazım var.

Atatürk’ün “Barış, ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her türlü ihtimallere karşı koyacak bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklık içinde izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır” sözüne itibar etmeyenlerin, ülkemizi kuvvetlendirmek yerine ekonomik ve askeri alanlarda zayıflatanların, üzerimize oynanan oyunları seyretmek şöyle dursun, bu oyunlara figüranlık yapanların, Emperyalizmin projelerine eş başkanlık edenlerin gayrı milli politikalarını benimsemiyorum.

Bu güne kadar “Küresel emperyalizmin projesine taşeronluk yapmayalım, ihanet coğrafyasına girmeyelim, Mehmetçiği şehit ettirmeyelim” diye uyaranlardanım.

Biz uyardıkça onlar; “Artık Ortadoğu’da en büyük oyun kurucu biziz. Bundan böyle haberimiz olmadan kuş bile uçamayacak! Ecdad yadigârı topraklarda Osmanlı'yı yeniden inşa ve ihya edeceğiz!..” diyerek ülkeyi Ortadoğu bataklığına sürüklediler.

Bu gün de çuvallayan dış politikanızı, stratejik derinlik derken düştüğünüz stratejik çukuru alkışlamak ve desteklemek zorunda değilim.

Şimdi de, gayrı milli politikalarını, beceriksizliklerini, hatalarını, kusurlarını, gafletlerini savaş çığırtkanlığı ile millileştirme oyunlarına alet olmayacağım.

Evet, savaşa karşı değilim, elzemse, gerekliyse, hayatiyse neden olmasın?

Peki, sen savaşa karşı olmayan, olmadığını klavye kahramanlığı ve hamasi nutuklarla belgelemeye çalışan, facebook üzerinden savaşıp kalan vaktini yiyerek, içerek, yatarak, dizi film izleyerek geçiren kardeş, sen gerçekten savaş yanlısı mısın? Zannetmiyorum…

En başta sen savaşın ne olduğunu bilmiyorsun.

Yeryüzünde savaş iki şekilde yapılır.

Birisi asker, silah, mühimmat, tank ve top gibi teçhizatlar ile göğüs göğüse yapılan sıcak savaş…

Diğeri, ekonomi, dış politika, eğitim, kültür silahlarıyla yapılan soğuk yani stratejik savaş…

Tarihine bir bak. Sıcak savaşta maharetliyiz, yenilmemişiz, yenildiysek de karşımızda yine bir Türk ordusu var.

Lakin gün gelmiş, düşmanların ‘Türk milletinin soğuk savaşa pek aklının basmadığı’ gerçeğini keşfetmiş ve soğuk savaşın sinsi silahları ile seni defalarca yenmiş.

Gerçekten de öyleyiz, sıcak, erkekçe, mertçe, topla tüfekle yapılan savaşlardaki maharetimizi, soğuk ve sinsi savaşlarda bir türlü gösteremiyoruz.

Böyle bir savaşın varlığını kabul etmiyoruz bir kere.

Çoğumuz için soğuk savaş, komplo teorilerinden ibaret.

Hadi canım sende deyip geçiyoruz.

Biz Ülkücüler yıllardır; Milletlerarası mücadele seyri değişmek kaydıyla alabildiğine sürüyor, dedikçe hadi canım sende dediler.

Emperyalizm, ordu marifetiyle değil, soğuk savaşın bütün teçhizatlarını kullanarak önce beyinleri sonra ülkeleri işgal ediyor, dedik. Hadi canım sende!

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bize dikte ettirilen ama bizim milli refleksimiz sayesinde paçavraya çevirdiğimiz Sevr Anlaşması’nın bütün maddeleri günümüzde çaktırmadan uygulanıyor, dedik… Hadi canım sende!

Düşman gemisiyle, askeriyle, topuyla geçemediği Çanakkale’den artık elini kolunu sallayarak geçti, ülkemiz ekonomik, kültürel ve siyasi bir işgal altında, dedik. Hadi canım sende!

Bütün stratejik kurumlarımız, kuruluşlarımız, elimizde avucumuzda ne varsa üç kuruşa satıldı, artık ekonomik anlamda bir Türkiye yok. Yarın siyasi anlamda da olmayacağını kim garanti edebilir, dedik. Hadi canım sende!

Dünya Su Forumu toplandı, iktidar, akarsularımızı, göllerimizi, su havzalarımızı hatta yaylalarımızı yabancılara satacak, dedik. Hadi canım sende!

Bak bugün kendi dağlarımızın suyunu yabancılara para vererek içiyoruz, hala aymıyorsun.

Yabancı sermayeye teslim edildik. Yakında biz Türkler, kendi ülkemizde müstahdem olacağız. Tıpkı arsasını arazisini İstanbul’un tuzu kurularına yok pahasına satıp da, şimdi onların köşkünde bahçıvanlık eden Sapancalılar gibi, dedik. Hadi canım sende!

Biz ‘milletlerarası mücadele tam gaz sürüyor, uyanık olun dedikçe’, hadi canım sen de diyenler bugün diyor ki abi savaş var, desteklesene…

Haliyle bu kez de ben diyorum; Hadi canım sen de!!!