Dün Engin Özkoç’tan aktardım; Ülkede ‘Siyasal Müsilaj’ yaşanıyor!

Ülke yönetimine yansıyan kirlenme, ülkemizin uluslararası itibarını, konumunu her alanda zedeliyor.

Lafla ve hamasi söylemlerle peynir gemisi yürümüyor.

Uluslararası göstergelerin, bize atılan nutuklarla hiçbir alakası yok.

Söyleme bakıyorsunuz Dünya lideriyiz!

Eyleme bakıyorsunuz, yerlerde sürünüyoruz.

Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde, 107. sıraya düştük...

Küresel Yolsuzluk Algı Endeksi’nde, 86. Sıraya tırmandık…

Kara Paranın Aklanmasının Engellenmesi Endeksi’nde, 100. sıraya geriledik.

Şu an kara para aklanması konusunda gündemdeyiz. Utanılacak durumdayız.

Sebep? Elbette ki mali aflar, mali afları ihya eden düzenlemeler ve Varlık Barışı adı altında çıkarılan kanunlar…

İktidar 19 yılda 18 kanun çıkardı ki 6 tanesi de Varlık Barışı üstüne...

Bu mali aflar sayesinde kaynağı belirsiz paralar ülkemizde aklandı. Daha doğrusu aklanıldığı zannedildi ki bugün onun sancılarını çekiyoruz.

Engin Özkoç’un dediği gibi;

“Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni, dünyanın en büyük kara para aklama makinesine çevirdiler.”

Bu durum ekonomiyi ve yatırımı da etkiliyor haliyle çünkü iktisatta önemli bir kuraldır; “Kötü para, iyi parayı kovar.”

Nitekim bir ekonomide, hukuksuzluk, adaletsizlik, rüşvet ve kirli ilişkiler, kara paraya yol verirse, mülkiyet hakkını tehdit ederse, yeni istihdam yaratacak, işi ve aşı büyütecek “nitelikli sermaye” başka yerlere kaçar.

Sonunda dönersiniz dolaşırsınız kara paraya mahkum olursunuz.”

Kirli paranın temiz parayı kovduğu istatistiklerle de sabit…

Nitekim, tarihimizde ilk defa, gayrimenkul hariç net doğrudan yabancı sermaye yatırımları, eksiye dönüşmüş 2021 Nisan ayı itibariyle son 12 ayda, Türkiye’den yurtdışına çıkan doğrudan yatırım miktarı, 3 milyar 986 milyon dolar.

Aynı dönemde gayrimenkul hariç, Türkiye’ye gelen doğrudan sermaye yatırımı ise sadece 3 milyar 119 milyon dolar.

Türkiye’den “kaçan” nitelikli sermaye, Türkiye’ye “giren” nitelikli sermayeden fazla…

Yaklaşık 900 milyon dolar açık var ve böyle bir tabloyla ilk kez karşılaşıyoruz.
Bu durum milli güvenliğimizi tehdit eder hale geldi maalesef…

Artık boyun büküyor, sineye çekiyor, en haklı olduğumuz konularda bile taviz vermek zorunda kalıyoruz.

İstiklalimiz ve istikbalimiz tehlikede…

Osmanlı’nın son dönemlerinden bir farkımız kalmadı.

Bir yandan dış borç öbür yandan toprak satışları (kayıpları) adeta Abdulhamit dönemine döndüğümüzün birer göstergesidir, anlayanlara…

Biz 19 yıldır, bu ‘Babalar gibi satarız’ diyenlere bir türlü anlatamadık ki yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.

Ki bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanıldı.

O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı'dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok taviz kopardılar. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıydı.

Bu ihanete Atatürk döneminde son verildi, yabancıya toprak satış son derecede zorlaştırıldı.

Ama bu iktidar ‘yeter ki para gelsin’ anlayışı ile üstüne de vatandaşlık promosyonu vererek toprak satışını teşvik etti.

Osmanlı’ya o kadar hayranlar ki, sanki 150 geriye döndük de o dönemi yaşıyoruz.

İbret de almıyorlar…

Toprak satışı Emperyalistler için o kadar önemli ki buna dair bir anekdot aktarayım:

İngiliz gazetesi Times 12.2.1856 tarihli nüshası…

“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”

Boşuna sevinmediler…

Borçlandırdılar ve ne varsa satın alarak elimizi kolumu bağladılar.

Tapusu yabancı sermayenin elinde bir ülke durumuna düştük, ta ki Atatürk gelene kadar…

Atatürk ile, tapusu, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesince teslim alınmış bir ülke olmaktan kurtulduk.

Şimdi tarih tekerrür etmek üzere…

Hem de bile bile ve göz göre göre…