‘’Sen, insanlıkta güveni kaybetmemelisin. İnsanlık, bir okyanustur; okyanusun birkaç damlası kirli diye okyanus kirli olmaz diyen Gandhi gibi düşünmek istiyorum aslında ama;. ‘’Samimiyet istiyorum artık, boğuldum dili süslü ama yürekleri boş insanlardan’’ diyordu Nazım, öyle işte, böyle düşünürken buluyorum kendimi…

Geçmişten günümüze sıkıntısını çektiğimiz, yokluğundan yerindiğimiz en önemli ilkelerdir, dürüstlük ve samimiyet Maalesef şimdilerde insanların sözlerini ve davranışlarını desteklemiyor yürekleri. Herkes güvenilmek ve birilerine mutlak güvenmek istiyor ama ne yazık ki bu isteklerinin gerçekleşmesi için gereken çabayı da göstermiyor.

Bu herkes var ya, menfaatleri söz konusu olduğunda ya da çıkarlarının peşine düştüğü anda samimi olmayı atlayıveriyor nedense. Aslında uzmanlar bu konuya ilişkin yapmış oldukları çalışmalarla, insanların doğuştan, dürüstlüğe, samimiyete aynı zamanda da ikiyüzlülük ve yalana aynı ölçü de meyilli oldukları kanaatine varmışlar. Ancak günümüz koşullarında ikiyüzlülük ve yalanın daha çok görüldüğü gözleniyor. Oysa ben samimiyet ve dürüstlüğün aslında bir iksir olduğunu düşünüyorum. Bu karışımın tadını bilenler, kıymetini de bilirler diyorum. İtiraf etmeliyim ki bu ve benzer kavramların da özlemini çekiyorum şimdilerde.

Ben gibi düşünenlerin de çoğunlukta olduğunu biliyorum. Alışveriş yaparken güvenmek istiyorsunuz, aldığınız üründen memnun kalmak ve bedelinin çok üstünde satın almış olmamak istiyorsunuz. Çocuğunuzu gönderdiğiniz okula ve öğretmenlerine güvenmek istiyorsunuz mesela. İş yerinde üstünüze güvenmek, samimi olduğunu görmek varsa çalışanınız işini yaptığından, iyi demiyorum gerçekten işini yaptığından emin olmak istiyorsunuz. Bu bir sır dediğiniz şeyin saklı kalacağına bir üçüncü kişi ile konuşulmayacağına inanmak istiyor, söz aldığınızda tutulduğunu görmek istiyorsunuz. Koşulsuz, çıkarsız birilerinin yanında olmak ve birilerinin de menfaat gözetmeksizin her koşulda yanınızda yada arkanızda olduğunu hissetmek istiyorsunuz. İnsanların yapamayacakları, yapmadıkları şeyler üzerine konuşmalarını, sahip olmadıkları vasıfların şovuna soyunmalarını kınıyor, pişmanlıklarını dile getirmedikleri yerlerde onlara olan inancınızı kaybediyorsunuz.

‘’BAK BEY’İM’’!!!

Önceliği hep dürüstlük olan, aile temalı filmleri, olabildiğince içten ve samimi halleri ile gönüllerimizde taht kurmuş, bir büyük ustayı, Münir Özkul ’uda ebedi yolculuğuna uğurladık. O sıcacık samimi ilişkilerin yaşandığı Yeşilçam filmlerini ve o karakterlere ruh verenleri çok özleyeceğiz. O filmler bizim evlerimizde sadece sıcacık ve keyifli saatler geçirmemizi sağlamıyor, o filmler bize huzur verip, yüreklerimizi de ısıtıyordu. Vicdan, merhamet, dostluk sadakat, tevazu, samimiyet gibi ilkelerin ne kadar kıymetli olduğunu gösterirken, iyi insan olmanın önemini de vurguluyordu. İyi insanlar ve iyilik kazanıyordu o filmlerde.

Şimdi öyle mi ya? Entrikaların kol gezdiği, şiddetin kahramanlık gibi, ahlaksızlığın modernlik, hadsizliğin özgürlük gibi gösterildiği, çarpık ilişkilerin yaşandığı, sadakatsizliğin meşrulaştırıldığı senaryolarla, toplumun hızla kanıksadığı bu filmler ve dizilerle asimile oluyoruz.

Yoksunluğunu hissettiğimiz, doğruluk, dürüstlük, samimiyet gibi ilkeleri yaşamayı ve ekranlarda görmeyi, (gerçek yaşamında ki o güzel duruşu ve sağlam kişiliği bir yana) biz o öğretmen gibi öğretmen Mahmut hocayı, baba gibi baba Yaşar ustayı, çok ama çok özleyeceğiz amaaa

En çok da ‘’sen bilirsin beyim’’ demeyen, ‘’bak beyim’’ diyen o samimi ve dürüst adamları özleyeceğiz.