Sadece Boğaziçi mi?

Çoğunluğu Müslüman ve iktidarı referansı İslam olanlardan müteşekkil güzel ülkemde torpilin girmediği alan mı kaldı?

Ha, niye bu kadar gürültü kopuyor?

Boğaziçi farklı da ondan…

Ülkemizde böyle ‘tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak’ büyükler sözüne itibar etmeyen, ‘sen mi kurtaracaksın memleketi’ tavsiyelerine kulak asmayan, dini anlayışları, ideolojileri, kafa yapıları, mezhepleri, sosyal seviyeleri çok farklı da olsa buna kulak asmayıp müştereklerde yani adalet duygusunda birleşen, itiraz eden birkaç üniversitemiz var, çok şükür.

İşe onlardan bir tanesidir Boğaziçi…

Kim bilir belki de bunun için dünyanın sayılı üniversiteleri arasındadır, anlayana…

Boğaziçi’nde hangi dini görüşten veya farklı ideolojiden olduğunuza değil, haklı olup olmadığınıza bakılır. Örneğin Müminsiniz, başörtülüsünüz ve hakkınız yeniyor, sağcısı solcusu kadını erkeği hatta farklı cinsel kimlikleriyle hepsi sokağa dökülür.

Hani, Papaz Martin Niemöller, Almanya’da Hitler faşizmini özetlemiş ve demişti ya;

Önce Sosyalistleri topladılar. Sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim.

Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim.

Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim...

Sonra beni almaya geldiler. Feryat ettim, seslendim ama benim için sesini çıkaracak hiç kimse kalmamıştı…

İşte, hiç kimsenin kimsesiz ve yalnız kalmadığı, hakkı yenen herkesin anında desteklendiği bir yerdir Boğaziçi. Hele itiraz sebebi müşterekleri, yuvaları yani bizzat üniversiteleri olunca kim tutabilir onları? Kolay lokma değildir yani…

Konu ve itiraz sebebi tepeden inme rektör atamasıdır. Şık değildir, ahlaki değildir, bilimsel değildir, İslami hiç değildir.

Tamam, referansı İslam olmayan dinsiz donsuz iktidarlar döneminde de bir takım sıkıntılar yaşanmıyor değildi ama artık tavan yaptı.

Eskiden rektörler seçimle geliyordu.

1946'da kabul edilen kanunda, rektörlerin seçimle görev başına gelmesi öngörülüyordu.

Üniversitelere rektör atanması, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan Yükseköğretim Kurumu'yla (YÖK) başladı. Hani hemen her müstakbel iktidarın, vallahi billahi iktidar olursak kaldıracağız dediği ama iktidara gelince dibine kadar kullandığı şu YÖK…

1992'de rektörlerin belirlenme sürecini düzenleyen kanun maddesi değişirken seçimler de geri getirildi.

Kanuna göre, devlet üniversitelerinde rektör adayları, profesör unvanına sahip akademisyenler arasından önce öğretim üyeleri tarafından seçiliyor, daha sonra YÖK adayların üçünü Cumhurbaşkanının onayına sunuyor, en son da Cumhurbaşkanı rektörü atıyordu.

Rektörler 4 yıllığına görev alıyor ve en fazla iki dönem bu görevi yürütebiliyordu.

Kendisi de YÖK’ü kaldıracağız vaatleri veren mevcut iktidar, bu kadarına bile tahammül edemedi.

2016'da AKP milletvekilleri TBMM'ye Cumhurbaşkanına doğrudan rektör atama yetkisi veren bir kanun tasarısı getirdi, tasarı muhalefetin itirazları üzerine geri çekildi.

Bundan 3 ay sonra yayımlanan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bu uygulama yürürlüğe girdi.

Buna göre, seçim yapılmıyor, devlet üniversitelerinde rektör YÖK tarafından önerilecek üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanıyor.

Ha, özel üniversiteler bu konuda torpilli, onlarda mütevelli heyet belirliyor, YÖK olumluyor, Cumhurbaşkanı onaylıyor.

Onlar henüz Ali babanın çiftliği değil galiba…

Peki, rektörün böyle belirlendiği, böyle tepeden inme atandığı üniversitelerde, öğretim elemanı nasıl alınıyor?

Bugün temel konum buydu aslında.

Duyumlar üzerine Sakarya Üniversitesi’nde son öğretim elemanı alımını masaya yatıracaktım.

Yatıracağım da… Bu giriş olarak kabul edilsin.

Sakarya Üniversitesi özeline girmeden önce, üniversitelerde öğretim elemanı nasıl belirlenir, nasıl alınır kısaca değinelim.

Üniversite sayısı artınca, sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, yaygın yükseköğretim için nitelikli, kaliteli ve yeterli sayıda öğretim üyeleri ihtiyacını karşılama amacıyla, 2002 yılında ÖYP yani Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı hayata geçirildi.

Uygulama ODTÜ’de başladı, kısa zamanda Hacettepe, Ankara, Ege, Gazi, Boğaziçi ve İstanbul Teknik gibi üniversitelerin katılımıyla büyüdü.

ÖYP, YÖK tarafından lağvedileceği güne kadar, lisansüstü eğitim vererek öğretim üyesi yetiştirme işlevini başarıyla sürdürdü.

Başarılı üniversitelerin başarılı bulduğu bu uygulama, sair ve özellikle sonradan açılma üniversitelerin yandaş kadrolaşma arzularına hitap etmediği için tedavülden kaldırıldı.

ÖYP’nin kaldırılması, torpilin önünü açarken liyakati öldürdü.

Yandaş kadrolaşmanın ve adam kayırmacılığın önündeki tek engeldi, kaldırıldı.

Ve maalesef ülkemizde Akademi bir torpil dünyası haline geldi.

Özellikle son yıllarda üniversitelerde liyakatin göz ardı edildiği, yandaşların, torpillilerin, hısım akrabanın tercih edildiği bir süreç yaşıyoruz.

Peki, Sakarya Üniversitesi ne durumda?

Bizimkisi biraz malumun ilanı olacak ama gelen ihbar ve şikayetler doğrultusunda Pazartesi günü aktaralım.