Sakarya Üniversitesi Tasarım ve Mimarlık Fakültesi öğrencileri Sakarya nehri çevresinde yer alan yerleşimlere dair gerçekleştirilen analiz ve iyileştirme projeleri hazırladı ve bu çalışmalar ‘‘Gölkent kum ve taş ocağı alanlarının yeni üretim dinamikleriyle dönüşümü’ adıyla SAÜ Basımevi tarafından yayımlandı. Bu projelerden bazılarını sizlerle paylaşıyoruz.

İkinci konuğumuz Zeliha Bayındır ve  Rümeysa Gür ‘Gölkent kum ve taş ocağı alanlarının yeni üretim dinamikleriyle dönüşümü’ konusunu seçtiler. Gür ve Bayındır,Gölkent kum ocağı alanında insanların birlikte üretim yapabileceği yer oluşturmak istediler. Gür ve Bayındır, Taş ocağının kentten bağımsız olduğunu ve kentle tekrar bir araya getirmek amacıyla o bölgeyi canlı müze olarak tasarladılar.

Zeliha Bayındır ve Rümeysa Gür, ilk başta taş ocağı ve kum ocağının etkisini nasıl azaltabileceklerini düşündüler. Daha sonra orada yaşayan insanların yaşamını görünce taş ocağı alanını insanlara kazandırmak için bu projeyi tasarladıklarını kaydetti.

-Bu proje nasıl ortaya çıktı?

Rümeysa Gür: Bir ders kapsamında çıktı. Dersin konusu Sakarya Nehri üzerinde bir proje geliştirmekti. Sakarya Nehri’nin seçilmesinin amacı ise mimarlık öğrencilerinin suyla nasıl bir ilişki kurabileceklerini deneyimlemekti. Biz Sakarya Nehri üzerinde makale üzerinden araştırma yaptık doğal durumu nedir şu an ki durumu gibi.

-Projenizde konuyu seçme amacınız ve çıkış noktanızı anlatır mısınız?

Rümeysa Gür:  Dikkatimizi çeken şey oradaki taş ocakları ve kum ocaklarıydı. Okuduğumuz makalelerde nehir üzerindeki olumsuz etkilerini gözlemlemiştik. Okuduğumuz makaleler doğrultusunda nehir üzerindeki kum ve taş ocaklarını belirleyip o güzergâhta kendimize bir rota oluşturduk. Aslında yola çıktığımızda nereye gideceğimiz net belli değildi.

Zeliha Bayındır: Biraz spontane oldu. Aslında yöredeki insanlarla iletişim kura kura biz oranın gerçek dertleriyle karşılaştık diyebiliriz. Kum ocağı alanına gittiğimizde Gölkent’in Sakarya Nehri’nin kıyısıyla kesiştiği bir yerdeydi ve şu an işlevini sürdürmüyor. İnsanların gündelik yaşam pratiklerini biraz gözlemledik. İlçede insanlar neler yapıyor, biz buraya nasıl bir tasarımla gelebiliriz problemler ya da potansiyelleri nedir diye baktık.

“İlk başta taş ocağı ve kum ocağının etkisini nasıl azaltabiliriz diye düşündük”

Rümeysa Gür: İlk başta sadece taş ocağı ve kum ocaklarından ilerleyecektik. Sonra oraya otostopla gittiğimiz için insanlarla iletişim kurma imkânımız oldu. Gerek Ferizli’deki insanlar gerek Gölkent ’teki halkın kendisiyle. İlk başta taş ocağı ve kum ocağının etkisini nasıl azaltabiliriz diye düşünüyorduk. İnsanlarla iletişim kurdukça aslında oranın sorunlarının tamamen farklı olduğunu gözlemledik. Biz baktığımızda orada gerçekten ekonomik bir sorun vardı. İnsanlar tarımla geçiniyordu ama zamanla miras bölünmeleri vardı. Artık tarım arazileri küçülmeye başladıkça yeterince gelir elde edemiyorlardı. Bu yüzden de oradaki tarım arazilerini bırakıyorlardı ya da devletin kiraladığı arazileri alıyorlardı. Ama çoğu insan devletin kiraladığı araziyi alamıyordu, o yüzden bırakıyorlardı. Fabrikada çalışılıyorlardı ya da şehir merkezine taşınıyorlardı, çok fazla göç vardı zaten. Oranın sorunu ekonomikti. Erkeklerin çoğu fabrikada çalışıyordu. Kadınlarla konuşma imkanımız oldu bizim. Kadınlar için çalışma imkanı yoktu çünkü çocukları vardı gündelik işleriyle ilgileniyorlardı.

“Gölkent kum ocağı alanında insanların birlikte üretim yapabileceği yer istedik”

Zeliha Bayındır: Aynı zamanda tamamıyla çalışmıyor değillerdi. Kendi bahçelerinde evin çeşitli kısımlarında zaten üretim yapıyorlar ama fabrika gibi bir yerde çalışma durumları yok. Aslında kırsalın da özelliği o yani tarımsal üretimin olması. Ancak tarlalar bölünüyor ve insanlar göç ediyor bu yüzden tarımsal üretimde bir şekilde yok oluyor. Biz de aslında Gölkent kum ocağı alanı dönüşümünde daha çok kadın erkek sayısı yaklaşık olduğu için birlikte üretim yapabileceği bir yer istedik. Bahçeleriyle birlikte evi kullanıyorlar. Bundan esinlenerek üretim alanlarıyla bahçeleri kıyıya taşımayı planladık. Bunun kadınların ekonomik gelir sağlayabilecekleri bir pazar alanı ile desteklemeyi düşündük.

“İnsanlar ürettikleriyle geçinemiyorlar”

-Gölkent çevresindeki insanlarla birebir irtibata girdiğinizi söylediniz. Peki ekonomik sorun var dediniz, ne gördünüz? Proje bunun üzerine mi?

Rümeysa Gür: Biz oraya gittiğimizde rant amacıyla gitmedik. Biz burayı yenileyelim kültür merkezi yapalım amacıyla gitmedik. Oradan ne öğrenebiliriz gözüyle gittik. Orada gerçekten çok farklı üretim faaliyetleri var. İnsanlar zaten analizlerle de göreceksiniz bahçede domates biber üretiyorlar. Aslında üretim var ama ürettikleri geçinmelerine yetmiyor. Biz bundan esinlendik. İlk başta dediğimiz gibi taş ocağının etkilerini azaltmak gibi bir şey önerecektik fakat orada ki insanların durumunu gördükten sonra taş ocağı ve kum ocağı kalktıktan sonra biz oraya nasıl yeni bir faaliyet getirebiliriz diye düşündük. Örnek projelere baktığınızda zaten kırsal kesime kent gibi yaklaşamazsınız. Oradaki insanlara ayak uydurmak zorundasınız. Siz oraya ne koysanız insanlara uymadığı sürece işe yaramaz. O yüzden kollektif üzerinden giderek insanları bir araya toplayıp üretimlerini daha da büyük ölçeğe taşıyarak bunu bir gelir kaynağı haline getirmeye çalıştık. Kendi bahçesinde bir şeyler üretiyor biz bunu büyütüp dış pazara taşıyabileceğini düşündük.

Zeliha Bayındır: Aynı zamanda oradaki derdi gördüğümüz şey anneyle çocuk iletişimi de çok önemli ve anne inek sağarken çocuğuyla ilgilenemiyor. Biz üretim mekanlarıyla iç içe çocuk alanları da tasarlamayı öneriyoruz. Taş ocağı alanında da aslında Ferizli’ye daha yakın kum ocağı daha farklı bir yerde biz sora sora bulduk. Orayı da gübre üretim alanı olarak düşündük.

Rümeysa Gür: Çünkü orada çok fazla hayvancılık üzerine çalışma var. Biz gittiğimizde mesela insanlar hayvancılık yapıyordu. Etinden sütünden faydalanıyorlardı ama gübreleri çöp olarak atılıyordu. Aslında gübre toprağı zenginleştiren çok büyük bir kaynak. O yüzden durumu nasıl değerlendirebiliriz diye düşündük ve gübre tesisi olarak dönüştürmeyi düşündük.

Zeliha Bayındır: Aslında taş ocaklarının oluşum öyküsü şöyle; bir yeri sömürüyor yapısını yok ediyor sonra gidiyor. Biz de bir kısmını gübre üretim alanı olarak bir kısmını da hafızada kalması açısından canlı müze gibi bir alana dönüştürdük. İnsanların orada konferanslar dinlediği ya da taş ocağının faaliyetlerini dinlediği, görüp gözlemlediği bir yer olsun istedik. Taş ocağının oraya nasıl zarar verdiğini de dönemsel analizlerle haritalarda göstermiştik.

“Kum ocağı ve taş ocağını farklı ele aldık”

-Sorunlardan yola çıkarak projenizi o yönde planladığınızı söylemiştiniz. Projenizde ne var, neyi değiştiriyorsunuz?

Rümeysa Gür: Kum ocağı ve taş ocağı arasında azımsanmayacak kadar çok mesafe var. İkisi de farklı alanlarda bu yüzden ikisini de farklı şekilde ele aldık. Kum ocağı dışarıda da olsa içinde sayılacak kadar yakın taş ocağı ise Ferizli Gölkent arası tarlaların olduğu ıssız bir yolun kenarına kurulmuş bir yerdi.  Taş ocağı kentten bağımsızdı o yüzden orayı canlı müze olarak düşündük. Çok fazla Gölkent’e ve Ferizli’ye yakın olmadığı için farklı bir fonksiyon yükleyebiliriz. Kum ocağı Gölkent’e yakın olduğu için kollektif üretimin yapılabileceği alan olarak düşündük. Bu şekilde insanların bahçesindeki yaptığı deneyimi kullanarak ortak bir pazarın olduğu sergilendiği dışarıdan gelen insanları misafir edebileceğimiz imkanlar tasarlamayı düşündük. Özellikle annelerin çocuklarda uzak kalması dikkatimizi çektiği için çocuk parklarını üretim alanlarının yanına yerleştirdik. Aslında bu sorun kentinde problemi. İnsanların çocuklu annenin çalışmaması gerekir diye bir algıları var.

-Tasarımdaki düzeni neye göre belirlediniz?

Rümeysa Gür: Tarım alanlarını suya yakın yere üretim alanlarını ise bir aks üzerinde yaptık. Hem çalışanların kolaylığı hem de ürünlerin dolaşımı açısından kolay olması için yerleştirdik. Dediğim gibi tamamen kollektif bir alan tarım arazilerinin sulanabilmesi için dikey şekilde yerleştirdik. Merkezden gelen insanı karşılayan bir yoldan başladık. Otopark ve konaklama dışarıdan gelenleri karşıladığımız yer. Diğer yol ise benim köyden gelen insanları karşıladığım yer. Bu yolun aşağısına pazar yeri yaptık. Pazar alanını köyden gelenlerin olduğu tarafa koymamın nedeni pazar alanının sürekli kullanılması gerekiyor. Kullanılmazsa boş bir arazi olacaktı o yüzden orada bulunan yerel halk kullanacaktır çoğunlukla.

“Taş ocağını tamamen canlı bir müze olarak değerlendirmeyi düşündük”

- Farklı insanların birlikte vakit geçirebileceği alanlar anlatmışsınız ve mekanlar önermişsiniz. Onlardan bahseder misiniz?

Rümeysa Gür: Taş ocağını tamamen sosyal bir tesis olarak canlı bir müze olarak değerlendirmeyi düşündük. Taş ocağı şey gibiydi; bir dağ vardı dağ zamanla farenin peyniri kemirmesi gibi tamamen bitmemişti ufak tefek boşluklar oluşmuştu. Bu boşlukları değerlendirebiliriz diye düşündük. O yüzden canlı müzeye çevirdik. Aslında boşlukların arasında akslar (yollar) oluşturduk insanların taşların arasında gezerek, bazı yerlerde mekanlar oluşturarak oturup yemek yiyebilecekleri ya da atölye olarak kullanabilecekleri mekanlar düzenledik. Hem de kentsel hafızada bahsettik. Orayı deneyimleme olsun istedik insanlara. Bunun örnekleri de var. Bir kömür ocağında kentin hafızasında yer edindiği için fabrika yıkıldığı halde kuleler canlı duruyordu.  Zonguldak’taydı ve kömürle özdeşleşmişti orası. Biz de tamamen yıkmak yerine o potansiyeli kullanıp dönüştürmeyi düşündük.

“Taşlar dinamitlerle patlatıldığı için çok büyük gürültü oluşturuyor”

-Taş ocaklarının çevreye verdiği bir belli bir zarar olması gerekiyor. Sonuçta bir zarar olduğu için bunun üzerinden yola çıktınız. Bunlar neler?

Zeliha Bayındır: Ocağın olduğu yerde eskiden yeşil alan dokusu varmış daha sonra ağaçlar sökülerek alan kullanılmış. Hayvancılık yapan biriyle görüştüğümüzde tozlardan dolayı hayvanlarını otlatamadığını söyledi.

Rümeysa Gür: Taşlar dinamitlerle patlatıldığı için çok büyük gürültü oluşturuyor ve sarsıntıya neden oluyor. Orada zaten yaşamı baştan aşağı tehdit ediyor. Etrafa tozlar saçılıyor ve diğer tarafta çocuklar oyun oynuyor.

- Konuştuğunuz insanlardan taş ocağı yüzünden sağlık sorunu olduğunu söyleyen oldu mu? Herhangi bir sağlık sorunu yaşayan biriyle görüştünüz mü?

Rümeysa Gür: Oradaki insanlar aslında bize çok açık davranmadılar. İlk gittiğimizde kim olduğumuzu bilmedikleri için açık davranmadılar zorla bir şeyler öğrenmeye çalıştık. Bir şey söylemediler ama oraya baktığımızda çimenlerin tozdan beyaz olduğunu gördük. Toz tamamen üstünü kaplamış bir haldeydi. Orada yaşamak her türlü solunum hastalığı yaşanabilir. Sağlıklı biri gitse solunum hastalığı çıkar. Dilovası’nda sürekli kanser çıkması gibi bir şey.

Zeliha Bayındır: Bizim net dönüş aldığımız bilgi hayvanlarını otlatamadıklarıydı. Burası nehire uzak sayıldığı için nehirle birebir ilişkisi yok. nehire direk değen kum ocağıydı. Kum ocağının da zamansal olarak baktığımızda nehir yatağını değiştirmiş olduğunu öğrendik.

Rümeysa Gür: Ocağın çok değil 500 metre ilerisine hastane yapılıyordu. O kadar sağlığı tehdit eden bir yerin dibine hastane yapıyorlardı. Bu zaten başlı başına bir sorundu. İnşaatı görebiliyorduk yürüme mesafesinde bir yerdi.

“Biz taş ocağından sonra nasıl doğaya, insanlara kazandırabiliriz diye düşündük”

 -Siz projenizi yaptığınızda taş ocağı faaliyetini durdurmuş olacak.

Zeliha Bayındır: Taş ocağını korumamız işlevini sürdürmeyecek. Oraya ekosisteme verdiği zararı karşılamak için yeşil alan getirmeyi de planlıyorduk. Orayı tekrardan canlandırmak yok ederek değil üstüne ekleme yaparak.

Rümeysa Gür: Oradaki taş ocağı faaliyetini durdurmak gibi bir yetkimiz tabi ki olamaz. Devlet sonuçta orayı kiralıyor oradan bir gelir sağlıyor. Biz oradaki zararı gördükten sonra taş ocağının verdiği zararı nasıl giderebiliriz ekosisteme nasıl geri kazandırabiliriz fikri üzerinden gittik. Aslında taş ocağını tamamen durdurma fikri üzerinden değil. Orada bir tahribat var. Şey gibi düşünün bir ormanı yakıyorsun orayı tekrar ağaçlandırman gerekiyor. Biz de bu alanı taş ocağından sonra nasıl doğaya ya da insanlara kazandırabiliriz düşüncesiyle o proje gelişti.

- İnsanların çok fazla uğramadığı bir yer orası sizin projenizden sonra insanlar ilgi gösterir mi?

Rümeysa Gür: Bizim aslında ortaya attığımız fikir örneği olmayan bir fikir açıkçası. Sonuçta canlı müze haline getiriyoruz orayı ve kayalıkların arasında bir müze. Dolayısıyla biz çekebileceğinden emindik.

Zeliha Bayındır: Aslında buna benzer örnekler var. Mesela dönüşümler var, aylık yıl içinde belli dönemlerde geliyorlar insanlar oralarda kamp yapıyorlar. Zaten burası, orada yaşayan insanların gündelik yaşamına da katılabilir.

-Beyaz çimlerin üzerine kamp yapmaktansa yeşil alan üzerine kamp yapmak daha elverişli olur.

Zeliha Bayındır: Sakarya Nehri içinde aynı şey geçerli. Kum ocağıyla onun yatağı değişmiş balıkların göç yollarına denk geldiği için balık ölümü olmuş. Sakarya Nehri’ne bütüncül bakıldığında ekosisteme zarar veriyor. Balıkçılıkta olmuyor.

Rümeysa Gür: Oradaki insanların ne olduğundan haberleri yok. Oradan kum çekiliyor evet ama kum çekiyorlar sadece gözüyle bakıyorlar. Daha derine baktığımız zaman Sakarya Nehri’yle ilgili yapılan araştırmalara baktığımızda deniz çeşitliliği değişiyor, suyun kalitesi değişiyor, su yataklarının yönü değişiyor.

Zeliha Bayındır: Yatağı değiştirdiğimizde çok yoğun yağış alan zamanlarda taşmalar olabiliyor.  

“Suyla insanları nasıl birleştirebiliriz diye düşündük”

-Projeniz Sakarya nehri üzerine olmuş ancak yerleşim bölgesine yönelik dönüşüm daha fazla değil mi? Aslında hayvancılıkla tarımla iç içe yaşıyorlar söylediğiniz bu dönüşümle suyu bir nevi alttan temizliyorsunuz.

Rümeysa Gür: Aslında insanlar ihtiyaçlarına göre yerleşmişler. Kum ocağına taşımamızın sebebi de o. İnsanlar zamanından beri hep su diplerinde yaşamışlar çünkü su hayattır gerçekten. Başlı başına geçim kaynağı o ama biz gittiğimize nehri kum ocağı kaplamıştı. Aslında orada bir set oluşturmuş. Bizim kollektif bir üretim yapmak, herkes gelsin üretsin deme amacımız da oydu. Biz orada oluşan seti nasıl ortadan kaldırabiliriz dedik ve insanları oraya nasıl çekebiliriz dedik ve bu fikir oluştu haliyle. Suyla insanları nasıl birleştirebiliriz diye düşündük. Genelde kentte yüzme alanları balık tutma alanları falan koyuyorduk ama orada köyde insan geçimiyle uğraştığı için kimse gelmez. O insanları çekebilmek için ekonomik bir çekim gücü istedik. Biz orayı kum ocağını kaldırdıktan sonra boş bıraksaydık insanlar kullanmazdı zaten. İnsanlar ne yapar da buraya gelir diye düşündük ve ekonomik duruma bağlı olarak onları buraya çekebilecek alanlar düşündük. İnsanlar zamanla suyla ilişki kurar diye düşündük.

Zeliha Bayındır: Kırsal kesimde mimari üretim yapabilmek için aslında. Özellikle anne çocuk ilişkisi üzerinden bir alan tasarladık.

Rümeysa Gür: Kırsal kesimde insanlar can çekişiyor ve göç veriyorlar. Bu projenin konusunu belirlerken ona dikkat çekeriz diye düşündük. Zaten belediyeyle de konuştuk bunu.

-Aslında yaptığınız mimari de ekonomik yaşamı katarken sosyal yaşamı dahil ediyorsunuz.

Zeliha Bayındır: Oraya yapılan projelere baktığımızda kent merkezi gibi davranılıyor. Bir kültür merkezi yapmışlar, spor alanı yapmışlar ama kentte ki yaklaşmışlar. Farklı olarak yaklaşma sebebimiz burasının bir kırsal olması ve ihtiyaçlarına göre bir sosyalleşme örgütlemeye çalıştık.

Rümeysa Gür: Bizim sorunumuz insanların bakış açısıyla da alakalı. Ülkenin genel fikri bu. Mesela bir yeri geliştirmek istersen fabrika kurarsın, havalimanı yaparsın daha çok turist çekersin. Sürekli bu tarz şeyler geliyor. O insanların yaşam kalitesini bozmadan ekosistemi bozmadan neler getirebiliriz gibi dert edinmiyor. Çünkü bir yere fabrika yapmak en kolayı. Hiç araştırma yapmana gerek kalmıyor. Bir yeri geliştirmek istediğinde oraya ayak basmıyorlar. Uzaktan önlerine haritayı alıyorlar plan yapıyorlar.

Zeliha Bayındır: Bizim insanlarla birebir iletişim kurmamız o açıdan çok faydalı oldu. Kent gibi davranamadık oraya.

Rümeysa Gür: İnsanların dertleriyle bu kadar dertlenmemizin sebebi de tamamen plansız bir şekilde yola çıktık ve tamamen insanların konuşmalarına ihtiyaçlarına göre hareket ettik. Kentte mimar daha çok estetik kaygıyla yaklaşıyor ama kırsalda mimara ihtiyaç yok kendi kendine yapıyorlar ama kum ocağının zararını görmüyorlar. Bunun için dışarıdan tamamen bilimsel bir gözle bakan bir insana ihtiyaç gerekiyor. Böyle durumlarda bir müdahale gerekiyor. Kırsalda kollektif bir güç var ama zamanla körelmiş. Biz bunu tekrardan canlandırmayı istiyoruz. Çünkü öyle bir potansiyel var orada.

“Mekanları insan ölçeğine uygun yapmaya çalıştık”

-Kentte mimar gider boş bir araziye alışveriş merkezi sosyal merkez yapar ve etrafı gelişir. Kafe pastane gibi yerler açılır ve orası canlanmaya başlar. Sizin kırsal kesimde olduğu için projenizden sonra çevre canlanacak mı? Ekonomik anlamda ihtiyacı giderebilecek mi?

Zeliha Bayındır: Lojistiğini de düşündük. Aslında insanlar üretiyor sonra taşınabilir o ürettikleri. Oraya da gelip alabilirler ama sosyal dönüşüm derken mekanları da insan ölçeğine uygun yapmaya çalıştık. Bir an da insanların orayı talan edip ya da dönüştürüp gittiğinde belki bahçe bile kalmayacak.

Rümeysa Gür: Taş ocağı olduğu gibi duruyor. Eğer öyle bir dönüşüm isteseydik orayı tamamen yıkıp kendimize göre mekanlar koyardık. Sonradan dönüştürülmeye izin vermeyecektir çünkü o taşlardan bir tasarım yaptık.

Zeliha Bayındır: Belki hobi bahçeleri yapılabilir. Hafta sonunu orada geçirebilir kentten gelenler hem üreticiyle karşılaşır hem de doğayla iletişime geçer. Pazar yerinden sadece 3 kilo salça alıp gitmek değil de kendi arlarında kaynaşabilecekleri bir yer de olabilir. Gerçekleşmiş örneği de var.

Rümeysa Gür: Biz bir şey tasarladık. Ama zamanla çok başka bir şeye de dönüşebilir biz onu ön göremeyiz. İnsanlar oraya kafeler yapabilir başka şeylerde yapabilir. Biz sadece oradaki sorunlara karşı bir taş attık. Böyle bir proje geliştirmek istedik.

Zeliha Bayındır: Üretim alanları koyduk. Etrafını öyle ördük ki ileride alışveriş merkezi açılamasın.

-Daha sonra bir müdahale olmaması için bu şekilde yaptınız. Taş ocağı kalkmışken başka bir zarar gelmesin diye?       

Rümeysa Gür: Evet, çünkü taş ocağının bir kısmını hemen kafeye çevirmişler. Aslında kayalıkları tamamen kaldırmayıp farklı bir mekan önerisi getirmemizin sebebi de o. Dediğim gibi insanların tutumuyla da alakalı. Karadeniz de yayları bağlamak için yeşil yol fikri yapıldı. Ancak Ayder’e baktığınız zaman tahribata uğradı. İnsanlar müsaade etmedikleri sürece orası öyle yaşayacaktır.

Editör: TE Bilişim