Sakarya’da deprem önlemleri gündeme her geldiğinde kenti yönetenler yatay mimari ile övündüler.

Orta hasarlılar, deprem görmüş çok katlı yapılar ve toplanma alanları gündeme geldiğinde topu hep taca attılar.

Büyükşehir Belediyesi’nin önceki başkanı Zeki Toçoğlu’nun bu konuda öyle bir konuşması var ki unutmak mümkün değil.

Zeki Toçoğlu, 2013 yılında meclis toplantısında dönemin MHP Grup Başkanvekili Metin Ökden’in sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

"Sakarya’nın depreme hazırlıksız olduğunu söylemek çok doğru bir şey değil. Bir kere toplanma alanları, tadilat alanları bunları nasıl telaffuz ediyorsunuz anlamakta zorluk çekiyorum. Hangi saatte ne zaman geleceği belli olmayan depremde insanlar koşa koşa belirlenen alanlarda toplantı mı yapacaklar. Toplanacaklar mı, böyle bir düşünce mi var. Herkes canını kurtaran enkazının başında bir şeyler bekleyecek."

Büyükşehir başkanında gereksiz görülen deprem toplanma alanları bir bir yok edildi. AFAD’ın sitesinden de görülebileceği gibi deprem toplanma alanı olarak ya çocuk bahçelerine, ya da son derece yetersiz spor tesislerine mahkûm edildik.

Acil toplanma alanı olarak ilan edilen bu alanlar, olması gereken özelliklerin hiçbirini taşımıyor.

O alanlara hangi yoldan gidileceği de bilinmiyor.

Uzmanlara göre,  Toplanma alanı olabilmesi için o alanın çevresindeki yoğun ve yüksek yapı stoku, trafo gibi yangın potansiyeli olacak alanların düşünülmesi ve alanda olası bir afet durumunda her türlü duruma karşı hasar durumunu karşılayacak potansiyele sahip olması gerekiyor.

Vaziyet bu haldeyken endişelendiren, hatta bu konuda hassas olan kişileri paniğe iten uyarı geldi. Sivrice depremini Ekim ayında haber verip, önlem alınmasını isteyen Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, ‘Adapazarı tehdit altında’ dedi.

Zaman daralıyor.

Önlemleri savsaklamanın kimseye bir faydası yok.

Yatay mimarinin eseri güvenli yapılarda yaşadıklarını düşünüp, ciddiye almayanlar da bu yıkımdan payını alır.

Birbirimize gücenmeden, kırılmadan, eksiklerimizi de görerek bir yerden başlamalıyız.

Dilerim deprem, hazır olmamızı bekler...

Üzüntüyü-sevinci göstermek

Belki yaşım ilerlediği için bana garip geliyor. Çünkü çocukluğumuzda, gençliğimizde yoktu böyle şeyler...

Üzücü ya da sevindirici veya tepki verilmesi gereken toplumsal olaylarda, kimse tarafını kayıt altına alma, kanıtlama ya da gösteriş yapmak için çaba harcamazdı.

İnternetin günlük yaşamımızın her anına girmesinden sonra garip bir gelenek başladı. Bunu en etkili şekilde 15 Temmuz darbe girişiminde yaşadık. Günler süren demokrasi nöbetlerinde fotoğraf çekip paylaşmak, bir coşkunun ya da sevincin gösterisi olmaktan çıkıp, adeta görev haline geldi. İnsanlar çektirdiği fotoğrafı çalıştıkları kurumların amirlerine, parti yöneticilerine göstermek için uğraş verdiler.

Ancak ilerleyen günlerde, o nöbetlerde selfie yapıp paylaşanların önemli bir bölümü hakkında FETÖ ile ilintili olduğu iddia edilip, haklarında soruşturma başlatıldı.

Bugünlerde de aynı şeyleri yaşıyoruz. Bazı sanatçılara sosyal medya üzerinden ‘Niçin depremle ilgili üzüntüsünü belirtmedi’ diye saldırıda bulunulmaya başlandı. O sanatçının belki de gülüp geçtiği yazılıp çizilenler hakkında yüzlerce kişinin tartışıp, hakaret etmesi başka bir garabeti oluşturdu.

Gelinen noktada insanların üzüntünü, sevincini, coşkusunu göstermek, tepkisini ise çoğunluğun onayladığı şekilde verip kanıtlamak zorunda olduğu algısı oluşmaya başladı.

Düşünmeyi engelleyen, sürü psikolojisini dayatan bu anlayışa karşı dikkat diyorum...

Basın kartı krizi biter mi?

Cumhuriyet, Birgün ve Evrensel Gazetesi’nde çalışan gazetecilerin basın kartlarının iptaline gösterilen tepkiler sonuç verdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığı, iptal edilen kartların yeniden kullanıma açıldığını duyurdu. Ancak kartların kolaylıkla iptalini sağlayabilecek, “meslek onurunu zedeleyici tutum” ve “terör örgütü bağlantısı” gibi sübjektif kriterler varlığını sürdürüyor. Yeni krizler yakında gibi...