Kim ne derse desin, İmamoğlu benim aradığım özlediğim ve nihayet bulduğum siyasetçi tipidir…

Bu cümleyi açmadan önce konuyu hatırlatalım ve biraz da açalım;

Depremzedeler enkaz altındayken İmamoğlu Palandöken’de kayak yapmış!

Ne kadar korkunç bir olay değil mi?

Günümüz siyasetine, siyasetçi tipine ne kadar da ters bir davranış…

Ama bir o kadar da riyadan, gösterişten, ikiyüzlülükten yani alışılagelmiş siyasi portresinden uzak bir davranış…

Aslında konu tatil olunca ben de içerledim, kısmen de kızdım.

Çünkü ‘tatil’ kelimesi bana seçim dönemini, seçim döneminde ‘seçmen tatile gitmesin de oy kullansın’ diye yapılan çağrıları ve vatandaşın tatilinden feragat etmesini hatırlayınca ‘olmadı şimdi’ dedim.

Sonra düşündüm, ne alakası var? O tatille bu tatil bir mi?

İlkinde vatandaşlık görevini icra edeceksin ve bu senin namusun…

Yaşadığın kentin ve ülkenin kaderini belirleyeceğin bu seçime katılacak, oyunu, son merminmişçesine kullanacaksın kaçarı yok…

Ve o tatile gitmeyeceksin kardeşim…

Ve gitmedin diye benden, ondan, bundan da taltif beklemeyeceksin…

O senin görevin çünkü.

Peki, İmamoğlu’nun tatil yapması?

Kendi ifadesiyle;

“15-20 gün öncesinden ara tatile denk getirip ailece tatil yapmak istedik. Dört yüz günde çocuklarıma sekiz gün ayırdım, ailemin bütünüyle ilk defa bir üç gün geçirdim.

Dolayısıyla biz siyasetin elbette bedelini biliyoruz. Ama ben her yerde şunu söylerim: Siyaseti kutsallaştırmanın bir anlamı yok. Milyonlarca babanın olduğu gibi benim de ailem kutsalım. Yani ben kızıma, ergenlik çağı gelmiş oğluma, üniversite talebesi oğluma hatta çok sevdiğim eşime zaman ayırmak zorundayım. Benim kutsalım bu. Siyaset benim için zaten meslek değil. Ben siyasete girdiğim günden beri, siyaseti bir günde bırakabilecekmiş gibi yapmanın ruhunu yaşıyorum. Herkese de tavsiye ediyorum. Onun için siyaseti meslek edinmiş insanların yaptığı tanımlar beni ilgilendirmiyor.”

İşte aradığım siyasetçi tipi derken kastım şu cümlesinde gizli; “Siyaset benim için zaten meslek değil. Ben siyasete girdiğim günden beri, siyaseti bir günde bırakabilecekmiş gibi yapmanın ruhunu yaşıyorum. Herkese de tavsiye ediyorum.”

İşte tatil dedikleri, kaydı dedikleri bu…

Üstelik İmamoğlu; Bu ülkenin cumhurbaşkanı değil, İçişleri bakanı değil, bakan değil, milletvekili değil, Elazığ ya da Malatya'nın belediye başkanı da değil…

Kaldı ki, yapması gerekenleri yapmış, yetmedi bölgeye gitmiş, bazıları gibi işi şova dökmeden ve bazıları gibi çalışmalara engel olma pahasına hareket etmeden ziyaretini yapıp bölgeden ayrılmış…

Ne var bunda…

Bence tek bir suçu var; Foyası ortaya çıkan, boyaları dökülen ve haliyle tartışmaya açılan iktidara yeni bir algı operasyonu ile hedef saptırma şansı kazandırmasıdır o da…

Haliyle İmamoğlu’na kızmıyorlar, kızmış gibi yapıyorlar ve şükranlarını sunuyorlar içten içe

Yani aslında her şeyi ve acı tatlı her olayı kullanan istismar ustaları, aslında depremzedeleri bizzat istismar ediyorlar, anlayana…

İstismarcıların niyetini Soner Yalçın çok güzel özetledi, aktarayım;

“Bakınız; Politik eleştiri, var olan toplumsal düze­ni sorgulayan teoridir.

Eleştiri ile propagan­dayı birbirine karış­tırmamak lazım. AKP Türkiye'sinde propaganda, hakikati tümden önemsiz­leştirdi!

Oysa eleştiri, 2004 yılından beri deprem için toplanan vergilerin savurganlıkla nasıl yok edildiğini ortaya koymaktır!

Politik gösteri üzerin­den deprem çözümlemesi yapmak eleştiri değil, pro­pagandadır.”

Özünde… Ne istediklerini size yazayım: Rol yapması isteniyor. Riyakârlık/ikiyüzlülük yapması isteniyor. Dürüst olmaması isteniyor…

Deprem bölgesine iki saat uğra, iki damla gözyaşı dök, iktidar sorumluluğundan kurtul. AKP'nin deprem için 18 yılda tek adım atmaması kimin umurunda? Evet, ver bir duygusal poz, et iki hamasi söz, kim ne politik hesap soracak size! Görev tamamdır!

Burası Türkiye…

Burada siyaset, kandırmaca üzerine inşa edilir.

Burada siyaset, kitleleri uyuşturan algı üzerine inşa edilir.

Burada siyaset halk yağcılığı/popülizm üzerine inşa edilir.

Aslında diyorlar ki İmamoğlu'na; Tak yüzüne maske, sen de bu sahtecilik oyununa katıl!”

Oysa. İmamoğlu insan kalmakta inat ediyor ve “sorun” buradan çıkıyor.”

Sözün özü; Bir ülkede bir valinin ‘efendim halkın algısı süper’ demesi size dokunmuyor ve aslında algı yönetimine kurban gitmek sizi üzmüyor da, ‘İmamoğlu nasıl kayar’ kısmına takılıyorsanız; yıllardır ülkenize ve yedi ceddinize kayanlardan bihabersiniz demektir.

Sizi ilgilendiren kısmı; tatil masraflarını belediyeye ödetip ödetmediği, yaptırdığı masajın faturasını belediye şirketine paslayıp paslamadığı, çalıp çalmadığı, ihaleye fesat karıştırıp karıştırmadığı, vakıflara bağış karşılığı imar izni dağıtıp dağıtmadığı, belediye gayrimenkullerini üç otuz kiraya veya bazen bedelsiz olarak kendi siyasi görüşündeki derneklere peşkeş çekip çekmediği, 1 liralık ağaçları 100 liraya alarak yollara dikip sonradan kuruduklarını seyredip seyretmediği vesaire değil de, Palandöken’de kayıp kaymadığı ise bize düşen de ‘Pardon! İmamoğlu size mi kaydı” sorusunu sormaktır, kusura bakmayın…