Sabah ülke haberlerini izliyorum. İstanbul’da erken saatlerde yoğunlaşan kar yağışı köprülere giden tüm yolları kilitlemişti.

Yıllardır vizyonsuz plansız hesapsız kitapsız çalakalem Yönetilmenin sonu!

Ülkeyi toz pembe göstermenin Polyannaları, Siyasi Amcamlar ve çıkar gazcıları hiçte mutsuz değil?

Hak ettiğin kadar yaşayarak; haddi aşmadan, nefsi frenleyerek, israf orucunu abartarak,“ Gör beni, görün beni!” demekten utanarak yürümek güzel.

Ülkemiz, şehrimiz tam doğru görebilmeyi hayal edebilse? Yanlışı keşke yüze söyleyebilsek? Bize, yüze söyleyeni anlamak neden bu denli zor gelir?

Anlatılır ya,” Zengin bir Alman İstanbul’a gelmiş. Üç beş gün sonra,‘şehri nasıl buldun?’ diye sormuşlar. Çok güzel, Türkiye Almanya’dan daha zengin.” demiş.

“ Nasıl olur?” demişler. Alman,’ Mercedes’i biz yapıyoruz. Ama, bizim şehirlerde hiç bu kadar çok Mercedes yok!’” ironisiyle sözü bitirmiş.

Biz de O ironi yıllardır anlatılır da, anlaşılır mı?

Biz Alman’ın, İngiliz’in, hatta Batı’nın israf anlayışını göremedik, anlayamadık. Ki; İndirilen Son ve Mütekamil Kitaba karşın: -(

Adapazarı Atatürk Bulvarı’nın 1962-1970 yıllarını biliriz. Arnavut kaldırımlı yolların kenarındaki çatı katlı ahşap konakları da;

Çınar ağaçlarıyla bezeli İstasyon caddesinin güney tarafındaki dantel gibi işlenmiş ahşap konakları da;

O konakların efsunlu sessizliğini daha güzelleştiren, payton arabalarının nal sesleriyle oluşan musikiyi de; tabii ki, şimdi hepsi hayal.

Zaman değişti. Değişti de, yaşam eskisi kadar kolay ve rahat mı? Çağdaş, kolay, rahat ve gösterişsiz yaşanan bir şehir becerebildik mi?

Öyle bir ülkeyi beceremedik; yetmiş seksen yıl önce planlanan ülke ve şehirler de bugün mumla aranıyor. Çünkü, plan ve denetim vizyonumuz yok!

Sorayım; okuyan cevabı kendisi verir:

Türkiye coğrafyası, çağdaş yaşanacak planlarla kotarılabilmiş mi?

Bu ülke neden tahterevalli gibi? İstanbul çevresi ve yığılmış kalabalıklı tüm Marmara bölgesi, neden tahterevallinin havada yaşayan kalabalığı?

Planlı akılla büyünse, 15-16 milyon nüfuslu İstanbul akıl almaz çileler yaşar mıydı? İzmir, Antalya, Mersin, Adana gibi şehirlerde yaşam zor olur muydu?

Şehirlerimiz, plansız vizyonsuz paldır küldür imarlarla yaşanmaz hale gelir miydi? Kimi şehirleri güya restorasyonlarla şirinleştirmeye didinir miydik?

Yaşama Kimliğimiz daha da bozuluyor. Her restorasyon da tüy dikiyor:

Adapazarı’nın ana cadde ve sokaklarında çatı katlı ahşap konaklar vardı. O çatıda bir akşam sohbetini, uyuyabilmeyi hayal ederdik.

Şu yıllara kadar, Çark caddesinin sonundaki İmam Hatip Lisemizden(?) çıkıp, çınarlar altından Atatürk Bulvarı’na yürümenin tadı damağımızdadır.

İstasyon Caddesinin görkemli çınarları; Vagon Fabrikası yolunun çınarları bile şehir kimliğiydi.

Derken; Dilmen Oteli önünde, içimiz hoplatan Amerikan arabaları ile başlayan ilk taksi durakları görüldü. Nasıl da çağ atlamıştık.

O tadı 20-25 yıl yaşayamadık? Kent ve Yaşam Kimliğimizi tükettik. Dilmen Oteli önündeki 2-3 Chevrolet taksiden, yaya-oto trafik cinneti günlerine geldik.

Yerli Milli Oto yapabilmenin mutluluğunu yaşayamıyorum. Çünkü, bu ülkedeki oto fabrikalarının sayısı gelişmiş bir çok ülkede yok.

Hatta, tam tersine, Onların bize yıktığı kirli sanayinin angaryasını taşıyan, Oto Mezarlığı ülke olduk. Ona da razı olamadık; ithal yabancı araba forsu zirvede!

Gösteriş kişiliğimiz sırıtır oldu; futbolcumuz, medya şımarığı starlarımız 2-3 trilyonluk otolar alabiliyor.

  1. kenarındaki veya tepelerindeki 10-15 trilyonluk yalılarda oturanlar? Çok iyi biliyorum ki, insan oralara tırmandıkça yalnız, çok yalnız kalıyor.

Şunu da vurgulamadan geçemem; Adapazarı, Serdivan ve 10-15 km. çevrede, tek bir açık alan-meydan bırakmadık? Tamam, zaten oto mezarlığı olduk.

Ama, bir metre boş yer görsek, Amcamlara orda bir rant mekanı dikmek hatadır! Hem de büyük hata. Proje diye sunmak da işin başka defosu.