Osmanlı’ya bağlı bir yönetimin kalkıp Ermenilere soykırım yapmayacağının göstergelerinden bir tanesi de Türklere olan bakış açısıdır.

İşin aslı, devri saltanatlarında en çok ezilen, hor görülen Türklerdir.

Tarihçilerin aktardıklarına bakılırsa, Türkler;

Yavuz Sultan Selim'e göre eşek idi…

Koçi Beye göre mezhepsiz ecnebiydi…

Hoca Saadettin Efendi'ye göre leşti hilebazdı aşağılıktı…

Naima'ya göre azgındı çirkindi kabaydı cahildi…

Nef-i'ye göre Allah'ın irfan pınarını yasakladığıydı…

Baki'ye göre kabaydı…

Hafız Çelebi'ye göre baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…

Sadrazam Kuyucu Murat'a göre başı vurulması gerekendi…

Aksaraylı Kerimettin Mahmut'a göre hunhar köpekti. Me'lundu…

Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref'e göre eşsiz bir gaddardı…

Gelibolulu Mustafa Ali'ye göre pasaklıydı çirkindi…

Taşlıcalı Yahya'ya göre soyu kuruyasıca idi…

Şeyhülislam Mustafa Sabri'ye göre tiksinti duyulandı…

Vahdettin'e göre dini soyu sopu yurdu belirsiz cahiller sürüsüydü…

Ama bunun yanında Ermeniler "Millet-i Sadıka", Araplar "Kavm-i Necip" idi onlara sorarsanız…

Türk olmak, kendini Türk olarak ifade etmek ‘haşa huzurdan’ mesabesine indirilmişti.

En aşağılayıcı dönem milliyetçilik akımlarının yaşandığı, ümmetin ben şuyum ben buyum diye göğsünü gere gere etnik kimliğini gururla söylediği günlerdi, 1880´li yıllar…

İşte bu da göstergesi;

Kendisi de Türk ve Türkçü olan Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken, İnegöl´e gelir.

Refakatçileri ile şehrin ortasında bir çınarın gölgesine otururlar.

Ahmet Vefik Paşa, bacak bacak üstüne atıp keyfince tam karşısında oturanlara, biraz da o devirde adet olduğu üzere hangi milletten olduklarını sorar:

Kimi der “ben Arnavut Bogosum” kimi der “Ben, Pastırmacıyan Oğullarından Artinim…” falan…

Yani Birleşmiş  Milletler gibidir, oturdukları alan…

Paşanın gözü, arkalarda kırık bir iskemlenin üstünde oturan bir ihtiyara ilişir.

“Ya siz babacığım, siz hangi millettensiniz?”

İhtiyar, bir Paşa tarafından kendisine sual sorulacağını bile ummadığından şaşırır, başka birine sorulduğunu zannederek etrafına bakınır.

Paşa, "Babacığım size soruyorum!" diye ısrar edince; “Ben, haşa huzurdan Türküm” der.

Paşa içi kan ağlayarak ama gülercesine konuşur;

-Babacığım, bu memlekette Türk olmak, Türküm demek suç mudur ki, böyle konuşuyorsun. Ben de Türküm.

İhtiyar inanamaz, "Sahi mi Paşa Hazretleri sen de Türk müsün, Türk´ten Paşa olur mu?" diyerek Ahmet Vefik Paşa´nın elini öper.

Paşa: "Babacığım Paşa olmak ne ki. Yedi cihana baş eğdiren Padişahlar da Türk´tür, anladın mı?" der.

İhtiyarın ‘Sahi mi Paşa Hazretleri sen de Türk müsün, Türk´ten Paşa olur mu’ sözleri ve şaşırması önemlidir. Çünkü Osmanlı da büyük bir dönem, Türk’ten paşa olmadı, olanlar da Türk gibi davranamadı.

Sonra Atatürk çıktı geldi, Allah’ın lütfu keremi ile;

“Bu ülke, tarihte Türk´tü bugün de Türk´tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” dedi.

Milli mücadele boyunca, Türklük, Türk milliyetçiliği öne çıktı, idrak yoksunu diye horlanan Türkler işgalcileri kovdular, yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini attılar.

Evet, Türklük şiarı ve damarı ile kurtarıldı vatan ama asla ırk üzerine inşa edilmedi yeni Devlet…

Amerikalı kadın gazeteci Clair Price’in; “Bugün Türkiye´de gördüğüm milliyetçilik bölmeyen, birleştiren bir milliyetçilik. Türk milliyetçiliğinin haykırışında güç ve sağlamlık seziyorum” dediği gibi oldu her şey…

Geriye bir tek “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyebilmek kaldı…

Ne diyeyim?

Onu da beceremeyenlere lanet olsun!