Daha 21 yaşındaydı, yeni mezun olmuş ve aynı yıl Diyarbakır’ın Bismil İlçesi, Çavuşlu Köyü İlkokulu’na atanmıştı.

Ailesi onu göndermek istemiyordu ama Neşe öğretmen ısrar etti ve “bayrağımın dalgalandığı her yere giderim” dedi. Ailesi vazgeçiremeyince babası onunla beraber yola çıktı.

Okul harabe, sıralar kırık dökük, duvarlar yıllardır boyanmamıştı.

Neşe öğretmen köy muhtarını ve köyün ileri gelenlerini topladı, yardım istedi. Baktı ki yanaşmıyorlar, “Masrafları ben maaşımdan karşılayacağım, siz sadece bana duvarcı, boyacı, camcı, marangoz ustaları bulun” dedi. 10 gün gece gündüz çalıştı ve okulu açtı. Masraflar 3 maaşına mal olacaktı.

Öğretmenliğinin 26’ncı günüydü. Daha 21 yaşındaydı. Akşam eve gelmiş, yorgundu.

Aniden kapı çaldı. Babasının “Kim o” sorusuna dışarıdan “Açın, köydeniz. Neşe öğretmene bir şey soracağız” dediler. Kapı açıldı, karşılarında silahlı teröristler. İçlerinden Türkçe konuşan biri babasına sertçe bir tokat attı ve “Baskıcı T.C.’nin hiç bir öğretmenini Kürdistan’a sokmayız” dedi.

Baba yalvardı “Beni öldürün kızımın bir suçu yok o daha çok genç” dedi. Bu son sözleriydi, oracıkta öldürüldü.

Neşe öğretmeni saçlarından sürükleyerek köyün içinden çıkışına götürdüler. Sol göğsüne 5, sağ göğsüne 5 mermi sıkıp şehit ettiler.

Tarih; 26 Ekim… Yani, Cumhuriyet Bayramı’na 3 gün kalmıştı. Neşe öğretmen görevinin başındaydı ve öğrencilerine Cumhuriyeti, onu kuran Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlatacaktı…

Neşe öğretmen, takvim yapraklarına bakıp bayram tatilini diğer günler ile birleştirip bir rapor patlatıp yan gelip yatmak için memleketi Tekirdağ’a gitmemişti… Köyünde görevinin başında şehit düşmüştü…

Ne diyordu başöğretmen ATATÜRK;

“Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır.”

Cumhuriyet ilelebet yaşasın diye Diyarbakır, Bismil, Çavuşlu Köyü’ne gitmişti Neşe öğretmenim…

Neşe Alten, bebek katili Abdullah Öcalan’ın talimatıyla şehit edilen binlerce Cumhuriyet öğretmenlerimizden sadece birinin ismidir…

Gelelim karizması çizilen, sosyal ve ekonomik haysiyeti yerle bir edilen öğretmenlerimize…

Öğretmenler öldürülüyor beyler! Dövülüyor, darp ediliyorlar…

Ama ne acıdır ki öğretmenlerin başına gelenler, öğretmen çocuğumun saçını çekti şikayetleri kadar itibar görmüyor, haber değeri olmuyor.

Bakıyorum da, eğitimci öğrenci dövdü haberi hemen hemen bütün gazetelere manşet olmakla kalmıyor, olay anında emniyete ve oradan da savcılığa intikal ettiriliyorken,

Öğrenci velisi ve yakınlarının, çocuklarının dövüldüğü iddiası ile okul basıp okul müdürünü darp etmeleri durumda, her türlü melanette polis telsizini dinleyerek harekete geçen acar muhabirlerin hiç birisi ortalıkta gözükmüyor.

Ve bu türlü saldırılar genellikle olay yerine gelen polis memurlarının, amirlerinden aldıkları talimatın da etkisiyle, darp edilen eğitimciye ‘seni kimse koruyamaz, gel şikâyetçi olma’ telkinleri doğrultusunda örtbas ediliyor.

Gördüğünüz gibi her ikisi de, zaten yanlış uygulamalarla ekonomik ve sosyal haysiyeti ayaklar altına alınan, aynı zamanda öğrenci ve velilerinin şımartılmasıyla birlikte öğrenci üzerinde hiçbir yaptırımı kalmayıp, sınıfında hükmi şahsiyeti olmayan bir korkuluk durumuna düşürülen öğretmenin karizmasını çizen olaylardır.

Biz bunu vilayete, siyasete, bürokrata anlatamıyoruz…

Hiç değilse siz bizi anlayın ey ebeveynler!

Bir düşünün; Öğretmenin karizmasının çizilmesi kim veya kimlere yarar?

Öğretmenlik mesleğinin şeref ve haysiyetinin ayaklar altına alınması, çocuklarınızın öğretmene karşı saygı, sevgi ve disiplin bakımından ‘hata yaparsam öğretmenim beni cezalandırır’ korkusunu yitirmesi size amiyane tabiriyle yol, su elektrik olarak değil, disiplinsiz, kural tanımaz, kendi bildiğince hareket eden evlatlar olarak geri dönecektir.

Bugün yaşadığınız cicim ayları elbet bir gün sona erecek, çocuklarınız büyüyüp zapt edilemez hale geldiğinde (ki genellikle bu 18’li yaşlar ve sonrasıdır) ‘seni doğuracağıma taş doğuraydım’ diyeceğiniz günler gelecek ama son pişmanlık fayda etmeyecektir.

Biz de öğrencilik yaptık, dayak da yedik ama sebebini ve öğretmenin vurduğu yerden gül bittiğini çok daha ileriki yaşlarda anladık, gördüğümüz yerde ellerini öptük.

O günler çocuğun okulda öğretmene, sanayide ustaya ‘eti senin, kemiği benim’ diye verildiği günlerdi.

Bu söz biraz abartılıydı elbet ama biz öğrencilere veya çıraklara verdiği ‘hata yaparsam anam ağlar’ mesajı itibariyle üzerimizde etkiliydi.

Elbette ki dayak bir çözüm değil, dayağı da savunmuyoruz.

Dayak üzerinden yola çıkıp öğrenci üzerindeki yaptırımsızlığı eleştirmek derdimiz.

Şuna inanın ki dayak son çaredir.

Evde de durum böyledir ve ona kadar sizlerin pek çok yaptırımı vardır.

Uyarırsınız, korkutursunuz, kısıtlama yoluyla ceza verirsiniz falan.

Peki, dayağa kadar öğretmenin bir yaptırımı var mı, kaldı mı?

Veya çocuklarınızın dayağa varıncaya kadar korkacağı, çekineceği bir şey var mı?

Öğretmenin olması gereken yaptırımlarından birisi nottu, kalmadı…

Disiplin kurullarıydı, uygulanmıyor…

Oğlum/kızım yapma, bak babana söylerim desen de, takmıyor…

Anlatabildim mi?

Bir de bu pencereden bakın bakalım, öğretmeni anlayabilecek misiniz?

Ve sakın ola ki öğretmenin karizmasını çizmeyin, çünkü onun karizmasından ziyade ülkenin geleceğidir çizilen…