Şehzade Mehmet ele avuca sığmayan hiperaktif bir çocuktu.

Bir gün hocası Akşemsettin hazretleri elindeki sopa ile cezasını verince, babası Sultan Murat’a şikâyet etti.

Bir rivayete göre hoca ile sultan danışıklı dövüştüler; Sultan Murat ‘çocuğumu niye dövdün’ deyince sopasını sallayarak ‘buranın düzenini bozan padişah çocuğu değil, padişahın kendisi de olsa cezasını veririm’ dedi.

Bir diğer rivayete göre de hoca Sultan Murat’ı resmen azarladı ama ilmin ve âlimin kıymetini bilen padişah sesini çıkaramadı.

Rivayetler muhtelif ama gerçek tek ve o da şu ki; o gün Sultan Murat muallimin ve muallimlik mesleğinin karizmasını çizseydi, Şehzade Mehmet, Fatih Sultan Mehmet olamayabilirdi.

Gelelim bu tarihi anekdotu paylaşma sebebimize;

Öğretmenler öldürülüyor beyler! Dövülüyor, darp ediliyorlar…

Ama ne acıdır ki öğretmenlerin başına gelenler, öğretmen çocuğumun saçını çekti şikayetleri kadar itibar görmüyor, haber değeri olmuyor.

Bakıyorum da, eğitimci öğrenci dövdü haberi hemen hemen bütün gazetelere manşet olmakla kalmıyor, olay anında emniyete ve oradan da savcılığa intikal ettiriliyorken,

Öğrenci velisi ve yakınlarının, çocuklarının dövüldüğü iddiası ile okul basıp okul müdürünü darp etmeleri durumda, her türlü melanette polis telsizini dinleyerek harekete geçen acar muhabirlerin hiç birisi ortalıkta gözükmüyor.

Ve bu türlü saldırılar genellikle olay yerine gelen polis memurlarının, amirlerinden aldıkları talimatın da etkisiyle, darp edilen eğitimciye ‘seni kimse koruyamaz, gel şikâyetçi olma’ telkinleri doğrultusunda örtbas ediliyor.

Gördüğünüz gibi her ikisi de, zaten yanlış uygulamalarla ekonomik ve sosyal haysiyeti ayaklar altına alınan, aynı zamanda öğrenci ve velilerinin şımartılmasıyla birlikte öğrenci üzerinde hiçbir yaptırımı kalmayıp, sınıfında hükmi şahsiyeti olmayan bir korkuluk durumuna düşürülen öğretmenin karizmasını çizen olaylardır.

Biz bunu vilayete, siyasete, bürokrata anlatamıyoruz…

Hiç değilse siz bizi anlayın ey ebeveynler!

Bir düşünün; Öğretmenin karizmasının çizilmesi kim veya kimlere yarar?

Öğretmenlik mesleğinin şeref ve haysiyetinin ayaklar altına alınması, çocuklarınızın öğretmene karşı saygı, sevgi ve disiplin bakımından ‘hata yaparsam öğretmenim beni cezalandırır’ korkusunu yitirmesi size amiyane tabiriyle yol, su elektrik olarak değil, disiplinsiz, kural tanımaz, kendi bildiğince hareket eden evlatlar olarak geri dönecektir.

Bugün yaşadığınız cicim ayları elbet bir gün sona erecek, çocuklarınız büyüyüp zapt edilemez hale geldiğinde (ki genellikle bu 18’li yaşlar ve sonrasıdır) ‘seni doğuracağıma taş doğuraydım’ diyeceğiniz günler gelecek ama son pişmanlık fayda etmeyecektir.

Biz de öğrencilik yaptık, dayak da yedik ama sebebini ve öğretmenin vurduğu yerden gül bittiğini çok daha ileriki yaşlarda anladık, gördüğümüz yerde ellerini öptük.

O günler çocuğun okulda öğretmene, sanayide ustaya ‘eti senin, kemiği benim’ diye verildiği günlerdi.

Bu söz biraz abartılıydı elbet ama biz öğrencilere veya çıraklara verdiği ‘hata yaparsam anam ağlar’ mesajı itibariyle üzerimizde etkiliydi.

Elbette ki dayak bir çözüm değil, dayağı da savunmuyoruz.

Dayak üzerinden yola çıkıp öğrenci üzerindeki yaptırımsızlığı eleştirmek derdimiz.

Şuna inanın ki dayak son çaredir.

Evde de durum böyledir ve ona kadar sizlerin pek çok yaptırımı vardır.

Uyarırsınız, korkutursunuz, kısıtlama yoluyla ceza verirsiniz falan.

Peki, dayağa kadar öğretmenin bir yaptırımı var mı, kaldı mı?

Veya çocuklarınızın dayağa varıncaya kadar korkacağı, çekineceği bir şey var mı?

Öğretmenin olması gereken yaptırımlarından birisi nottu, kalmadı…

Disiplin kurullarıydı, uygulanmıyor…

Oğlum/kızım yapma, bak babana söylerim desen de, takmıyor…

Anlatabildim mi?

Bir de bu pencereden bakın bakalım, öğretmeni anlayabilecek misiniz?

Ve sakın ola ki öğretmenin karizmasını çizmeyin, çünkü onun karizmasından ziyade ülkenin geleceğidir çizilen…