Sevgili okurlar,
Bugün içinde bulunduğumuz durumu iyi kavramak, iyi anlamak gerek..
Hala nereden çıktığı, nasıl tüm dünyaya yayıldığı ve insanlığı tehdit eden ve büyük korku yaratan “Coronavirüs”(Koronavirüs) ile ilgili mücadelelere tanıklık ediyor ve bizzat içinde yer alıyoruz..
Bu büyük salgın karşısında, neler yapılacağı, coronavirüsten nasıl korunacağ,ı bizzat bizlere dikte edilirken, bu büyük tehdit karşısında devletlerin aldığı önlemlere de tanıklık ediyoruz!..
Kısacası sağlık konusunda tarihin birebir tanığı konumundayız!
Bizzat bu süreci yaşayanlar olarak,  Coronavirüs(Covid 19) ile yatıp kalkıyoruz..Sabrımız elbette tükenmek üzere, ama yaşamak için elden tedbirleri bırakmamak gerek..
Daha ilk günden itibaren, bunun bir biyolojik silah olduğunu ve bir tür biyolojik savaş içinde bulunduğumuzu da başında yazdım..
Allah bizi ve tüm insanlığı korusun!
Bakınız, söylemlerimize benzer sesler yükselmeye başladı..
Nobel Tıp Ödülü'nü 2008'de alan Fransız doktor Luc Montagnier, yeni tip Coronavirüsün (Kovid-19) Çin'in Vuhan kentindeki bir laboratuvarda üretildiğini ileri sürdü.(17 Nisan 2020 Hürriyet)
Benzer haberi, Batı basını da kullandı,Türkiye’de birçok medyada yer aldı..
Bu bağlamda Amerika’nın, Çin’e karşı söylemlerini sertleştirmesi, tazminattan söz etmesinin altında neler yatıyordur acaba?
Sadece, “ Bizi haberdar etmediler..Bizimle bu hastalığın detaylarını paylaşmadılar” demek, sizleri, bizleri ikna eder mi?
Bakalım bu Coronavirüs  salgınının(pandemi) altından, daha neler çıkacak, neleri işiteceğiz, nelere tanıklık edeceğiz?..

***
Sevgili okurlar,
Bizim nesil Sakarya’da ve ülkenin diğer yörelerinde özellikle,” sıtma, kızamık, suçiçeği, kabakulak, kolera, verem ..”gibi hastalıklara karşı, nasıl mücadele edildiğini çok iyi bilir..
Kara sapandan, otomobile geçtiğimiz o dönemlerde, bisiklet bile bulamayan halkımız, yoksulluk ve fakirlik içinde verdiği “bağımsızlık savaşından”, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde, kararlılığında, muzaffer olunca, içte farklı bir mücadele daha başlatıldı..
Bu var-olmak mücadelesi idi!..
“Kurtuluşa giden yolda” elde edilen büyük başarı ile ilk olarak 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış, sonra o kutlu savaş verilmiştir..
İşte “ateşten gömlek “ giydiğimiz o günleri iyi öğrenmez ve o günleri iyi kavrayamazsak, bugünün kıymetini,değerini de iyi bilemeyiz..
Acaba Sakarya’da, Sakarya’nın düşman işgaline girdiğini, bugünkü nesilden kaçı biliyor?
Her yıl, 21 Haziranlarda,”Sakarya’nın Kurtuluşu” için düzenlenen törenlerden bir haberiniz varmıdır?
O Yıllarda düşman ile işbirliği yapanların varlığı yanında, yoksul halkın ineğine, tavuğuna, öküzüne, elindeki bir avuç parasına göz diken eşkıyaların varlığından da mı haberiniz yok?
Düşmanın Sakarya nehrinin ötesine geçemediği o günlerde, ortaya çıkan adsız kahramanları bilmek, öğrenmek her yurttaşın görevi olmalıdır..
Molla Ahmetler, İpsiz Recepler, Kazım Kaptanlar, Ahmet Aytaçlar ve niceleri, bu eşkıya ve düşman zihniyetine karşı, İstanbul’dan gelip, Ankara’da milli mücadeleye, yani “Kuvayı-milliye”ye katılanlara rehberlik ediyorlardı..
İstanbul’u işgal eden düşman gemilerini gördüğünde kahrolan bir Osmanlı Paşası olan Mustafa Kemal, o kahrolmuşluk içinde “ geldikleri gibi giderler” sözüne, Anadolu’da, kutlu bir mücadeleye, onurlu bir var-olmak savaşına dönüştürdü ve bu aziz vatanın topraklarını işgal edenleri, yoksul ama, onurlu Anadolu insanı ile birlikte, geldikleri yere göndermesini bildi..
İşte 19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan ve  9 Eylül 1922 tarihinde düşmanın bu topraklardan silinip süpürülmesinden sonra,  29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı zamanda mazlum milletlere örnek olabilmiş, ender devletlerden biridir..
O büyük kahramanlar ile ne kadar övünsek azdır..
Ne kadar övünsek azdır….

***
Sevgili okurlar,
İşte biz Cumhuriyet, biz Atatürk çocukları olarak her 23 Nisan’ı, “ 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kutlarız..
Büyük Atatürk, bu günü Türk çocuklarına armağan etmiştir..Bu boşuna değildir..Çocuk, gelecektir, gençliktir, bayraktır, vatandır, topraktır vele-hasıl Türkiye Cumhuriyeti’dir..
Her 23 Nisan’da, Akyazı günleri gelir aklıma..
Kent meydanında toplandığımız, saygı duruşunu takiben, birlikte okuduğumuz İstiklal Marşımız ve ardından yapılan konuşmalar, şiirler okuduğumuz günler unutulur mu?
Atatürk Anıtı’na çelenklerin koyulması ve saygı duruşunu takiben gerçekleştirilen bayram etkinliklerinde okuduğum, “Bu vatan Kimin” şiiri hala kulaklarımda yankılanır..
Cumhuriyet’e derinden bağlı, bağımsızlığı özümsemiş, cahillik ile mücadele de yerini almış, kul olmaktan, özgün birey olmayı becermiş, üreten, birliktelik yapan, tasada ve kıvançta buluşan, bu aziz vatanın evlatlarını ayrıştırmak, kin ve nefret söylemleri ile kutuplaştırmak, siyasi çıkarlara alet etmek, kime ne yarar getirir ki?
Bu kentin gençlerine miras bırakılan birçok eser yok edildi!
Kimi kapatıldı, kimi satıldı, kimi ise yok pahasına elden çıkarıldı..Fakat bu kentin çocuklarının ellerinde öyle bir tarihi miras var ki, işte bunları bu aziz gençliğe, insanımıza anlatmamız gibi, bir borcumuz olduğunu unutmamız gerek!..
Bizler,”Ya istiklal, ya ölüm” diyerek, bağımsızlık ateşini yakanların, kurtuluşu sağlayanların evlatları olarak, o kutlu “ Mille Mücadele’nin 100.Yılında” sorumluluğumuzu idrak etmeliyiz..Cumhuriyet meşalesi elimizde, Atatürk düşüncesi yüreğimizde hep birlikte daha güçlü, daha mutlu, daha refah ve daha zengin bir Türkiye için elbirliği yapmalıyız..
Yoksa, bugün Coronavirüsü, yarın bir başka virüs ve düşmanlık bize zor günler yaşatır..
Lütfen bağımsızlığın, hürriyetin, birey olmanın, millet ve devlet olmanın idraki içinde olalım..
Cumhuriyet’in en önemli kurumu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni devreden çıkarmak, tüm “yasama, yürütme ve yargıyı” bir tek kişinin inisiyatifine bırakmak, Atatürk Türkiyesi’ne yakışmaz..
Cumhuriyet rejiminin baş tacı kurumu Meclis’tir.. O Meclis’in kuruluş yıldönümü, inşallah nice güzelliklere vesile olur..
Nice 100.Yıllara hep birlikte, hep beraber..