Yıl iki bin yirmi bir. Her yeni yıl bir öncekini aratır hale geldi. Yeni jenerasyon eskilerin tadından mahrum, belki de o tattan bihaber güne ve gündeme yetişme telaşında. Orta yaş, geçmişe özlemle yaşamakta, daha ileri yaşlar artık gelecek nesil için ciddi ciddi kaygılanmakta. En güzel çiçekler resimlerde, en güzel manzaralar fotoğraflarda, güzel insanlar ise hep anılarda şimdiler de…VE tüm bunlar tercihlerimizle bizim eserimiz.

Bu keşmekeş ve bu çıkmazlarda oluşumuzda renkli camın ve içeriğinde üzerimizde bir hipnoz etkisi bırakan bazı reklamların, gerçekten çok uzak bazı dizilerin, belli bir amaca hizmet eden ,strateji güden filmlerin, gittikçe aslımızdan uzaklaştıran projeleri ile yediden yetmişe kontrolsüz bağımlısı olduğumuz sosyal medyanın da, üretmeyi bırakıp tamamen tüketim toplumuna dönüşmemiz de ve birtakım değerlerimizin yitirilmesinde rolü çok büyük kanımca...

Tamam kabul ediyoruz, teknoloji çağındayız, bu yüz yıl da sokakta yakan top, ev de beştaş oynayalım , erkekler odun kırsın ,kadınlar yemek yapsın demiyorum ama benliğimizden, güzel gelenek ve göreneklerimizden, insani değerlerimizden, bizi biz yapan o değerlerden uzaklaşmasak ,bir takım saçma sapan hayaller uğruna gerçeklerden sapmasak, her olumsuzu bir çırpıda kabul edip sindirmesek, çağı yakalıyoruz gibi yapıp çağ dışı davranmasak diyorum. Medeni görüneceğiz diye birilerinin şarlatanına dönüşmesek artık…

Öyle bir hipnoz yaşanıyor , öyle bir algı oluşturuluyor, öyle bir projelendiriliyoruz ki beynimizi ve kalbimizi bir kenarda bırakıp, öylece koşuyoruz günün peşinden. Duyduklarımızı, gördüklerimizi, dünyada olup biteni analizden uzak halde ki kalabalığımız ise çığ gibi büyüyor ve bu çığ insanlığın sonunu getirmeye geliyor sanki …

Zenginleştikçe fakirleşiyor, gördükçe daha görgüsüz oluyoruz farkında mıyız acaba? Doydukça daha çok yiyor, kazandıkça fütursuzca harcıyoruz. Burada az ya da çok kazanmak, gelir düzeyi v.s hiç önemli değil. Herkes bütçesine göre fütursuz ve hesapsız. Bir yandan hızla maddi manevi değerlerimizi yok ediyor, bir yandan da yana yakıla yok ettiklerimizi arıyoruz .

Peşinde koştuklarımız yüzünden, geride bıraktıklarımızı özlüyoruz. Çoğaldığımızı sanırken de hep eksiliyoruz biz.

En yalınından, ne güzel komşularımız ve komşuluklarımız vardı bizim, akrabalarımızdan da yakın. Şimdi birbirine çok yakın evlerimizde ne kadar da uzağız .Pandemi ile alakası yok fiziksel mesafe gerektiren bu süreçten çok önce bir başka salgın ile başlamıştı bu yoksunluğumuz. Herkes başka başka meşguliyetlerde televizyon, tablet, telefon başında geçirilen zamanın arta kalanında bile zaman ayıramaz olmuştu birbirine.

Ben kaçırdım ,hangi ara herkesin birbirini tanıdığı, kolladığı ve sahip çıktığı mahalleler, yerini aynı asansörde birbirine sırtını dönen insanlara bıraktı. Ya paylaşmak ? Sırrını, derdini ve sevincini açmak , hangi ara çıktı insani bir eylem olmaktan… Hangi ara bu kadar samimiyetsiz olundu. Hangi ara her şey iyi, her şey güzel gibi gösterilir , reklam tadında reklam gibi yaşanır oldu. Biz iyi miyiz böyle?

Sofranı bahçeni , ağaçta ki meyveni paylaştığın insanların yerini hangi ara tanımadığın insanlarla sanal sosyal medya paylaşımları aldı. Paylaşmanın verdiği gerçek mutluluklar hangi ara yerini sanal mutluluklara ve gülücüklere bıraktı?

Biz değil miyiz, iki ağaç görsek gölgesinde oturan, yada insta için fotoğraflayan, kuş seslerine koşup onları resmeden, bir meyve ağacı gördüğümüzde elimizde dalında meyvelerle poz veren , sonrasında da yana yakıla marketlerin organik reyonlarında gezen, yine biz değil miyiz?

Sokakta ki köpekle fotoğraf verip, kedileri falan seviyoruz, en iyimser halimizle apartman bahçelerine onlar için mama ve su kabı koyuyoruz , iyi de bu kadar özlediğimiz ve sevdiğimiz şeyler için neden kalıcı çözümler üretmiyoruz. Neden boş bulduğumuz her yere fidan dikmiyoruz? Neden ağaçların katledilip, ormanların yok edilmesine kalabalıklaşarak müdahale etmiyoruz? Sokak hayvanlarının yaşam alanlarının sırf rant uğruna betonlaşmasına neden prim veriyoruz ? Neden bir sokak hayvanını sahiplenmiyoruz? Neden kuşları beslemiyoruz, neden ata tohumlarımızdan bahçeler yapmıyor, neden tarım alanlarımızı boş bırakıyoruz? Neden bizim yarınımız olan o verimli toprakları birilerine peşkeş çekiyoruz? Bugün kapitalizme hizmet edip, salt tüketmeye dayalı bir yaşam sürdürürken, aslında harcadığımız şeyin paralarımız değil de hayatlarımız olduğunu biz neden hala anlamıyoruz?

Sonu yok sandığımız güzelliklerin bir gün tükeneceği ve bu nedenle bizimde sonumuzun geleceği gerçekliğiyle neden hala yüzleşmiyoruz!!!

Eskimeden yenisini almaktan, bir tane varken bir tane daha olsunlar dan neden vazgeçemiyoruz!!! Neden olanla mutlu olmak yerine, olmayanın peşinde koşmayı seçiyoruz…

Neden kendimizi sevmek yerine, olmadığımız gibi görünmeyi istiyoruz ve bu uğurda zamanımızı tüketiyoruz, neden birilerinin taklitlerini yaşatırken gerçeklerimizi öldürüyoruz. Neden bunca şey yaşanırken ve bir virüsle dünyanın rotası değişmişken, biz hala o virüsten daha hastalıklı ve bulaşıcı davranışlar içinde olmayı seçiyoruz …? Neden?

Benim ki bir serzeniş işte öyle kendim de dahil içerisinde olduğumuz duruma…Ama haksızlık etmekte istemem. Hala çok güzel insanlar var. Okuyan, okuduğunu anlayan, yazan , çizen ,algısı yüksek ,öğrenen öğreten, paylaşan, vicdan ve sağduyusunu kullanan ,üreten üretime destek olan, ağacı seven, hayvanları koruyan, toprağa saygı duyan, tevazu sahibi ,kapitalizme ve oyunlarına prim vermeyen , farkındalık içerisinde gerçekleriyle yaşayan, her bir şeyi dozunda yerinde kullanan, büyüğüne saygı gösterip, küçüklerini koruyan, kendisine biçilen rolün hakkını veren, çalışkan ,yurdunu seven buna ant içmiş güzel insanların sayısı da azımsanamayacak kadar fazla …Dilerim ki bu çığ onları da almaz altına…Bizim de bu güzelliklerle, bu güzellikte bir yaşam uğruna harekete geçeceğimiz günlere…

Sağlıkla kalın…