Sevgili okurlar,
Bir 17 Ağustos 1999 büyük depreminin yıldönümünde, acıları, yıkımları, özlemleri, ihmalleri hatırlamak, yaşamak gerçekten zor..
Bu büyük depremi Karasu’da ailesi ile birlikte yaşamış biri olarak elbette bizimde söyleyeceklerimiz,tespitlerimiz önemsenmelidir..
Bunu şunun için söylüyorum..
Maalesef olanlardan, yaşanmışlıklardan, acılardan dersler çıkaramıyoruz!
İşte ülkemizin önce Doğu Karadeniz tarafı ve hatta Sakarya sele teslim oldu..
Yeni büyük acılar yaşandı, ihmaller zinciri gözlerimizin önünde, bir kez daha dile getirildi..
Sonra o yeşil, o güzelim, o ülkenin ciğeri konumundaki ormanlarımızın, cayır,,cayır yanışına, yakılışına ve ihmaller zincirine, beceriksizliklerin sergilenmesine, hep beraber tanıklık etmedik mi?
Bir felaket bitti derken,diğer bir felaket ile karşılaşmamız gerçekten çok acıydı!..
Diyeceksiniz ki, bu afet, felaket, hatta doğal bir yıkım!..
İyi de bunun öncesinden alacağımız tedbirler, plan program ve yeni deyimi ile bir “B Planımız” da mı yoktu?
İşte Kastamonu, Bartın, Bozkurt, Sinop dolaylarında yaşanan sel felaketini hepimiz televizyonlardan canlı, canlı izledik..
O canhıraş koşuşturmalar, o mala öncelik vermeler, o kaybettiklerimizin günahı neydi ki?
Siz dere yatağına ev yaparsanız, siz köprünün temelini eksik atarsanız, siz dere yatağına, kütükleri, domrukları yığarsanız, olacağı ne olmalı ki?
İşte buna “öngörüsüzlük”, yani “plan ve programsızlık”, kısacası buna “ihmal” denir!
Böyle hesapsız, kitapsız şehirleşmeye izin verirseniz, sizi sel alır gider!
Lafazanlığa gerek yok!
Tez elden, bu beceriksizliğin, bu ihmalin müsebbipleri bulunmalı ve gereken hukuki süreç işletilmelidir..
İşte her yapılan işin önüne “siyasi kaygıları, oy devşirmeleri, rantı” koyarsanız, böyle büyük felaketler ile karşılaşırsınız..
Bu yıkımdan sonra “ doğal afet” diyerek işin içinden çıkamazsınız!
O acılı yüreklere, o herşeyini kaybedenlere verecek cevabınız ne olabilir ki?
Türkiye’nin dağları, ovaları, denizleri, nehirleri, gölleri, bataklıkları, çalılıkları belli değilmidir ki?
Bu bölgelerde;” sel, toprak kayması, yangın, deprem riski” bilinmiyor mu ki?
Biliniyor ama, siysetin gevşekliği, umursamazlığı işte bu tür acıların, felaketlerin yaşanmasına vesile oluyor..
O zaman ne yapılacağı belli değil midir?
“Balık baştan kokar” diye atalarımız boşuna dememiş!..
O zaman, gerekeni yapmak için herkese bir görev düşmüyor mu?
İşin kolayını bulan siyaset makamı, “yeniden yaparız, yeniden dikeriz, işler kontrolümüzde” söylemleri ile kimi ne kadar kandırabilir ki?
Evet,yanan ağaçların yerine yeni fidanlar dikebilirsiniz?
Ama ya kaybettiğimiz canlar?
Onları geri getirebilirmisiniz?
Öyleyse, başka canları kaybetmemek için, gerekli tedbirler almak, kurallara uymak zorunda olduğumuz bilincini, herkese aşılamak gibi bir mecburiyetimiz olduğu unutulmamalıdır..
Bunlar hep, yazarız, çizeriz ama iş “menfaat” noktasına geldi mi, hakikatleri, kuralları bir kenara atmaktan çekinmeyiz..
Bir kolaycılıktır, işi siyasilere, bereriksizliklerine yıkmak..
Ya ,”biz ne yaptık, ne yapmalıyız” noktasında, kaçımız hareket eder ki?
Öyle ya, birinci derecede deprem bölgesi Sakarya’da, “yapıları denetlemek, kontrol etmek, kuralları uygulamak, insanların bu ölümcül riske, yıkıma karşı ilgilerini çekmek, onları bilgilendirmek” görevimiz değilmidir?
Bugün Sakarya’da güncel haberler ile dolu gazeteleri satın aldım..
Hepsinde deprem olgusu enine boyuna işlenmiş..
Uyarıca mesajlar, haberler, geçmişe dönük fotoğraflar kimin umurunda?
Bu gazeteleri satın alan, okuyan varmı ki?
Mesele kanunlar hazırlamak, kurallar koymak değildir?
O kanunlara, kurallara uymaktır esas olan!
Bunu yapan toplumlar, doğal afetleri daha az hasarlı atlatmasını bilmenin gönül rahatlığı içinde yaşamlarını sürdürmenin hazzı içindedirler..
Biz niye bunu yapamıyoruz ki?

Bir 17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi’nin yıldönümünde kaybettiklerimizi minnet ve şükran ile yadetmek görevimizdir..
Kaybettiklerimize Allah rahmetler eylesin!

***
Sevgili okurlar,
Son kitabım “ Hakikatin Peşinde bir Ömür Yusuf Cinal” için, Serdivan Picasso Restoran Cafe’de basın mensubu meslektaşlarımız ile bir araya geldik..
Sevgili Portre Yazarı meslektaşım Fahri Tuna ile birlikte dilimiz döndüğünce kitap ile ilgili olarak arkadaşlarımızı bilgilendirdik..
Bizimle birlikte olan arkadaşlarımıza teşekkür ederiz..
Kitap www.kitapyurdu.com ,Sakarya Değişim Yayınları Evi’nde ve bizzat bizim tarafımzdan dağıtılıyor..
Sakarya’ya bir kültür değeri kattığımız inancındayım..
Bu bir “Yusuf Cinal Otobiyogrofi” kitabından öte, bir devrin, yani bir dönemin gerçek öyküsüdür de..
Mutlaka sizlerin de bu kitapta kendinize pay çıkaracağınız çok tanıdık, çok olay olduğu kanısındayım..
Kitapa katkı yapanlar kadar, bu önemli buluşmada da bize katkı sunan sevgili Fahri Tuna ve sevgili Şaban Mergül dostuma, mekan sahibi genç girişimci, iş adamı sevgili Hüseyin Arıca kardeşime ve Picasso Restoran –Cafe personeline teşekkür ederim..
Yeni etkinliklerle kitabı tanıtmaya ve dağıtmaya büyük özen gösteriyoruz..
Sizlerden de bu ilgiyi beklediğimizi hatırlatmama gerek varmıdır?
Saygılarımla..