Mum ışığının aydınlattığı odada okuduğu kitabın sayfalarını çeviriyordu. İçinde büyük bir hüzün vardı. Dışarıdan kitap okuyor gibi gözükse de aslında o kitabın sayfaları içerisinde kendini kaybetmiş ve ne yapacağını düşünüyordu. Arada parmağını kaldığı sayfanın arasına koyarak sigarasını yakıyor, derin bir nefes çekiyor ve tavana bakıyordu.

   Tam o esnada yaveri içeri girdi. Elinde bir telgraf vardı. Telgrafı ona uzattı. İçinden bir his o telgrafı hiç açmamasını söylüyordu ama böyle bir şey mümkün değildi. Telgrafta yazılanı okudu. Aslında bildiği, beklediği bir haberi resmi olarak okumuş oldu. Hemen kâğıt bir şeyler yazarak yaverine verdi ve kağıtta yazılı kişilerin toplanmasını emretti.

   Kitabını masaya bıraktı. Sigarasından son bir derin nefes çekti. Artık bir direniş gerekiyordu. Kaybedilen sadece şehirler değil bir milletin özgürlüğü de yok olup gitmek üzereydi. Yaverine verdiği o kâğıtta dağıtılan İstanbul hükümetinin temsilcilerinin ve diğer vilayetlerden halkı temsilen, halkın sözcüsü olarak vekilleri çağırdığı yazıyordu.

    Hayallerini kurduğu özgür bir ülkenin ilk adımını atmanın vakti gelmişti. Vekiller gelene kadar onlarla yapacağı konuşmaları düzenledi. Planlarından ve yapılması gerekenleri anlatacağı sayfalarca yazı yazdı. 23 Nisan 1920 günü geldiğinde vekillerin büyük bir çoğunluğu Ankara’ya ulaşmıştı. Hepsi çeşitli zorluklarla gelmişlerdi Ankara’ya, çünkü düşman her yeri güvenlik altına almış, şehir giriş çıkışlarını bile sıkı sıkıya denetler hale gelmişti.

   Meclis açılış konuşmasını yapmadan önce çok heyecanlanmıştı. Çevresine fark ettirmemeye çalışsa da elleri terliyor, içinde mutlu bir his oluşuyordu. Kendini bırakmıyor, o heybetli, ciddi duruşundan ödün vermiyordu. Eğer bu duruşundan vazgeçerse bütün bu yaptıklarının boşa gideceğini biliyordu. Sadece düşman ile değil aynı zamanda halkın içerisinde bulunan hainlerle de mücadele veriyordu. Tek bir isteği vardı: İçerisinde halkın özgürce, huzurla yaşayacağı bir memleket kurmak.

   Açılış konuşmasını yaptığında belki de yüzyıllar boyu hatta son insan ölene kadar hafızalardan silinmeyecek o söze imza attı ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’’ Bu sözü meclis vekilleri tarafından alkışlandı. Kimi bu sözü direnişin ilk cümlesi olarak saydı, kimi kendi hayat ilkesi... Her ne sebeple söylenmiş olursa olsun, Türkiye Büyük Millet Meclis’i adını verdikleri meclis artık Türk milletinin sesiydi. Düşmana karşı direniş artık resmileşmişti.

   Kurulduğu günden itibaren mebuslar hızla çalışmalara başladılar. Alınan kararlar devletin ve milletin bağımsızlığı için alındı. Yapılan icraatlar, savaşlar, sözleşmelerin her biri O’nun kafasındaki tam bağımsız, kendine yeten Türkiye için ‘’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’’ ilkesiyle hareket ederek yapıldı.

   O, bu şanlı günün sevincini gelecek nesillere aktarmak için 23 Nisan tarihini meclis açılışından dört yıl sonra ‘’Milli Bayram’’ ilan ederek, bugünü çocuklara hediye etti. İstediği şekilde bugünün çocukları yarının büyükleri dediği çocuklara Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı miras olarak bıraktı.

‘’Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.’’

M. Kemal Atatürk