Biz sarı öküzü vermeyecektik kıssasının, Libya’ya asker gönderme konusundaki öznesi yani sarı öküzü Kıbrıs’tır.

Kıyamet Münhasır Ekonomik Bölge konusu üzerinde kopuyor malumunuz. Biz ayakta uyurken Akdeniz’e kıyısı olan bütün ülkeler kendi münhasır alanlarını ilan etmiş ve bağlı komşu ülkelerle anlaşmalarını tamamlayıp Akdeniz’in doğalgaz meyvesinden nasiplenmeye başlamıştı.

Biz o yıllarda Şam’da Cuma namazı kılmak üzere abdest almakla meşgul olduğumuz için bu konuyla hiç ilgilenmiyorduk.

Bizim adımıza ilgilenenleri de hain ilan edip defterlerini dürüyorduk.

İşte onlardan birisi de (yani sarı öküz) merhum Denktaş’tı.

Rauf Denktaş açık açık anlatıyordu…

İşe ilk uyananlardan birisiydi Denktaş…

Çünkü Amerikalı petrol şirketleri O’na gitmiş, müthiş rezerv tespit ettiklerini, buna talip olduklarını, çıkarılacak petrolden yüzde 50 pay vereceklerini söylemişlerdi.

Haliyle “Türkiye olmadan cennete bile girmem” diyen Denktaş’ı ikna edemediler.

O firma Rumlara da gitti.

Rum yönetimi lideri Kiprianu, yanına Mısır'ı da alarak, petrol arama işine başlamak istediğinde karşılarında yine Denktaş’ı buldular. Kaşınmayın, “savaş nedeni olur” dedi.

Aynı şerhi, daha sonra Birleşmiş Milletler devreye girdiğinde de hem Demirel hem de Ecevit Denktaş’ın sözünü teyit ettiler; “savaş nedeni olur, savaşırız” dediler.

Amerikalılar ve Rumlar mecburen geri adım attı.

Sonra, AKP iktidara geldi.

Gelir gelmez Denktaş ile dalaşmaya başladık. O milli kahramanı bunak, hain ilan edip gitsin kendi topraklarında konuşsun bile dedik.

Ardından bir referandum yapıldı. Denktaş'ın yanında durması gereken Türkiye, Denktaş'ı sırtından hançerleyerek bütün gücüyle “evet” denmesi için çalıştı.

Kıbrıs haini Mehmet Ali Talat’ın safında yer aldık da baba oğul Denktaşların; “Avrupa Birliği'nin ve ABD'nin gözü, petrol yataklarımızda, sahip olduğumuz petrol, topraklarımızda değil, karasularımızda, Avrupa Birliği ve ABD, Kıbrıs adasının tümünü Avrupa Birliği'ne almak suretiyle Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğalgaz rezervlerimizi kontrol altına almaya çalışıyor, bu yüzden Annan Planı'nı imzalatmak istiyorlar, bu yüzden yes dedirtmek istiyorlar, faaliyetlerine uluslararası hukuk kılıfı uydurarak bizi ve Türkiye'yi rezervlerin uzağında tutmak istiyorlar” şeklindeki feryatlarını duymazdan geldik.

Yetmedi, Rauf Denktaş'a yandaş medyada hakaretler yağdırıldı, KKTC'nin ayak bağı olduğu yazıldı, gençlerin önündeki engel olduğu yazıldı, “çekil artık” denildi, “istifa et” denildi.

Allah’tan referandum da Türk tarafı yüzde 65 evet dedi.

Rum tarafı yüzde 75 hayır dedi.

Buna rağmen Rum tarafı, AB üyesi yapıldı, Türkiye'nin AB üyeliğini veto etme hakkı elde etti falan…

Bu kadarla da kalmadık;

Arapların gözüne girmek için İsrail’le hırlaştık.

Davos’ta hiç yeri değilken ve olup bitenlerle hiç alakası yokken birden bire İsrail cumhurbaşkanına “çocukları nasıl öldürdüğünüzü biliyorum, siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye bağırdık.

Haklı mıydık evet ama yeri ve zamanı değildi.

Hele hele iç piyasada üç beş oy uğruna yapılabilecek bir diplomatik hamlenin hiç de yeri ve zamanı değildi.

Ama iyi alkış aldık değil mi?

Türkiye'nin çıkarları İsrail'le işbirliğini gerektiriyorken, ki hiç yapmadıkları bir şeymiş gibi, Doğu Akdeniz'in kilit ülkesi, İsrail'le düşman oluverdik.

Şu anda İsrail'de büyükelçimiz bile yok.

O da yetmedi;

Kardeşim Esad birdenbire katil Eset oluverdi ve Suriye içsavaşına da burnumuzu soktuk.

Bugün bile hala Türkiye'nin çıkarları Esad'la işbirliğini gerektiriyorken, Doğu Akdeniz'in diğer kilit ülkesi Suriye'yle düşman olduk.

Şu anda Suriye'de de büyükelçimiz bile yok.

O da kesmedi bizi, Mısır'la papaz olduk.

Mübarek'in yanında olmamız, hatta Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda Sisi'yle bile işbirliği yapmamız gerekirken, Türkiye Cumhuriyeti'nden nefret eden, Atatürk'ten nefret eden, siyasal dinci İhvan hareketiyle işbirliği yaptık.

Doğu Akdeniz'in bir başka kilit ülkesi Mısır'la düşman olduk, haliyle Mısır'da bir büyükelçimiz bile yok.

Sıra geldi Kaddafi’ye…

Kıbrıs'a çıktığımızda, ABD ambargo uygularken, imdadımıza yetişen, uçak benzini, uçak lastiği, mühimmat gönderen, hatta yükleme sırasında bizzat hamal gibi cephane taşıyan Kaddafi’nin yok edilmesi için başlatılan “haçlı seferi”ne katıldık.

Şimdi, Kaddafisiz Libya'da içsavaş var.

Tobruk hükümeti, ülkenin yüzde 94'üne, Trablus hükümeti, ülkenin sadece yüzde 6'sına hakim.

Ama biz, stratejik dehanın dış politikası sebebiyle hiçbir dostumuz kalmadığı için ve biraz da sırf İhvancı olduğu için olsa gerek Trablus hükümeti ile anlaşma yapıyor ve onları savunmak için asker gönderiyoruz.

Sırasıyla Kıbrıs, İsrail, Suriye, Mısır ve Libya da hata üstüne hata yapanlar bununla da kalmadılar, içeride de belki kandırıldıkları, belki de kandırılmaktan zevk aldıkları için, Hükümeti Akdeniz’de  münhasır bölge ilan edilmesi konusunda sık sık uyaran ve bu konuda çalışmalar yapan, bugün Akdeniz’e sulananların korkulu rüyası konumundaki Deniz Kuvvetleri komutanlarımızı, Ergenekon bahanesiyle hapse tıktılar.

Şimdi bu ülkeyi yönetenlerin “ABD ve Avrupa Doğu Akdeniz’den bizi dışlamak istiyor, biz de karşılığında oyun kurduk, Libya ile anlaştık ama karşılığında kimsenin takmadığı ve ancak Libya’nın küçücük bir parçasına hitap eden hükümetin isteği üzerine Libya’ya asker gönderiyoruz” bahanelerine kim inanır?

Kadir inanır, değil mi?