‘Bizim Sakarya’  yazarı, Hasan Kurtiç, şehri geziyor, görüyor ve yazıyor..

Niçin?

Yazarımızın tuzu kurudur;  ünlenmeye gereksinimi yoktur; eğitmen eşi ve biri yurt dışında iki akademisyen kızıyla yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasındadır; başarı desen başarı, rahatlık desen rahatlık…

Ne diye sabah Kırkpınar’da ki evinden kalkıp o okul senin, bu tarım arazisi benim, şuradaki kamu yatırımı bilmem hangi kurumun geziyor, yerinde görüyor, sorumlularla görüşüyor ve yazıyor?..

Bayram değil, seyran değil…

Eniştem beni niye öptü?

***

Kimi öfkelenebilir:

-Bu herif kendini ne sanıyor?.. Adapazarı’nda yazarların birçoğu ne ormanla, ne tarımla, ne sanayiyle, ne eğitimle, ne de çarçur edilen kamu kaynaklarıyla ilgilenirler…Suya sabuna dokunmazlar…Yerel yöneticilerin buyruğunda yaşarlar… Bu adamın derdi ne?..

Kimi de boş verir:

-Yazar mı dedin? Cürmü kadar yer yakar; yel üfürür, su götürür…Okuru kaç?...Gazetesi kaç satıyor?...

Yine de çağına tanıklık eden yazarımızın bunca çileye katlanarak neden çırpındığı düşünmek yararlıdır…

***

Sanıyorum günümüzde gazete yazarı kavramı değişti…

Bir yazar isterse pembe gözlük takar, isterse egemenin dalkavukluğunu benimser, isterse eleştirel aklın yolunu tutar, isterse bulutların üzerinde gezinir, isterse ayaklarını toprağa dayar..

Ne var ki yazarın işlediği konular kişiliğini belirleyen denek taşına dönüşür…

Çevreye, şehrine ve ülkesine bakışının açısına sıkışır, kendi eliyle yerini belirler…

Hasan Kurtiç’in yıllar içinde oluşan tarzı, bu şehrin dününü bugününe bağlamaya ve yarına taşıma çabasıdır…

Değişmez!...

Baş verir baş eğmez…

 ***

Başta politikacılar olmak üzere, şehre belli bir dönemde yön verenler, şehri istedikleri yörüngeye oturttuklarını sanırlar…

Öncekilerin bir çoğu da böyle bir sanı içinde alışkınlıklarını miras bıraktılar; ama, onların değil Kurtiç gibi yazarların dedikleri geçerlilik kazandı…

Bugün egemenin aguşuna sığınan yazarın sesi duyuluyor olabilir; ama, Hasan Kurtiç ve benzerinin gücü daha büyüktür…

***

Hasan Kurtiç, geziyor, inceliyor ve gördüğünü yazıyor…

Onu ne yadırgayalım…

Ne de azımsayalım…

Yazı adamı böyle olmalı, Kurtiç şehrin neresinde olursa olsun sorununu duyumsuyor, düzeltmek üzerine vazifeymiş gibi uğraşıp duruyor…

Sanırım köşe yazarı böyle yapmazsa, yazar değil, insan bile olamıyor…