DUVAR – ŞEVKET AKYOL

“O gün, o günün gecesi, ondan sonraki günler ve geceler o duvar bana ait oldu. O oda benim yeni evim oldu. Odadaki tüm olaylar, konuşmalar, hareketler, kimin ne yediği, kimin ne zaman duş aldığı, uyuduğu, uyandığı, güldüğü, ağladığı, sustuğu hepsi benim oldu. Mesai saatlerim, tatillerim hep o odanın oldu. Yaşamım, aldığım her nefes 2412 Vedat’ın duvarlarına ait oldu. İzledim; izleri takip ettim. Merakla izlediği ormanın ona neyi anımsattığını düşünüp, bir çok sefer o ormanın içinde gezindim, ağaçlara dokundum. Sonra hastane bahçesinde duran heykellerin her birinin yüz hatlarını inceledim, altlarındaki isimleri okudum. Akşamları camın önünde onunla durdum. Camın karşısına geçip onun dikkatini çekmeye çalıştım. Günler boyunca o odanın içinde kendime yeni duvarlar ördüm. Ben bunları yaparken Vedat camın önünde durmaktan da, “ Duvar” demekten de vaz geçmedi. “Duvar…” dedi. “Hım..” dedi. Sustu…” Duvar… Bir amaca, bir yere, bir şeye, bir insana  ulaşmak için bir engel…

Çoğu zaman korunak, bazen de aşılması gereken mesafe… Çoğunlukla duvarları bize ulaşmasınlar diye başkaları için öreriz ya da başkaları bizim için örer….

Peki ya kendi ördüğümüz duvarlardan kendimize bile ulaşamamışsak?  Yerini bile bilmediğimiz o duvarlar bizi bize yakınlaştırmıyorsa? Ve biz o duvarların arasında kaybolduysak ? 
Şevket Akyol’un “DUVAR” adlı romanı; tam da böyle duvarların üstünde oynuyor. Kitap  akıl hastanesinde çalışan bir doktorun, hastaneye  gelen hastayla  kurmaya çalıştığı bağı, ve bu bağı kurmak için denediği yollar üzerine kurgulanmış. İki beyaz arasında( Hastahekim) gidip gelen roman kahramanları bir hastane odasında pencereden bahçeye, bahçedeki heykellere bakıyorlar. Aslında o bahçeye, o heykellere bakarken bu coğrafyanın insanına ve onların kesif acılarına göz gezdiriyorlar. Romandaki heykel metaforları da aslında duvarları yıkmak için kullanılmış. Bir hikayeyi çözmek için başka bir hikaye kullanmak lazım demiş, yazar. Bir duvarı yıkmak için başka duvarları kırmak lazım. Hatta belki onlarca duvar yıkılması gerektiğini düşünmüş. Ve okuyucuyu da bir hikayeden öbür hikayeye sürüklerken kendi duvarlarınızı da keşfe çıkarmış. Akıcı bir üslubu, sağlam kurgusu ile okunası bir roman. Sizi duvarların arasına sıkıştırmaktan ziyade duvarları yok etmeye teşvik ediyor. Özel eğitim öğretmeni olan yazar, bu topraklara ve toprağın insanına ve yaşadıklarına duyarlı tavrını romanında siz okuyuculara da hissettiriyor. Ve Fakir Baykurt’un şu sözünü romanına iliştiriyor:” İnsan haksız bir iş görür de susar mı? Susmaz. Eğer susarsa o insan mıdır? Değildir.” İyi okumalar…. 

“ Düğümlere Üfleyen Kadınlar”  

– Ece Temelkuran

“Bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgârına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım.” Düğümlere Üfleyen Kadınlar, dünya değişirken büyülü bir yolculuğa çıkan dört muhteşem kadının, düşmenin ve yeniden ayağa kalkmanın hikâyesi… Ece Temelkuran, Ortadoğu’yu baştan başa kat eden bu yol romanında hayata ve kadınlara taze bir nefes üflüyor.

“Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”
 – Milan Kundera

Devletin insan belleğini ve tarihsel gerçekleri yok etme eğilimi üstüne ironik gözlemlerden oluşan, ideolojik öğretilerin çoğu zaman iyi ve kötü kavramlarını nasıl saptırdığını irdeleyen bir roman. 20. Yüzyılın en önemli yazarlarından Milan Kundera, Fransa’ya yerleşmesinin ardından yazdığı bu romanın yayımlanışından hemen sonra Çek hükümeti tarafında yurttaşlıktan çıkarılmıştır. 

“Belki Bir Gün Uçarız” – Aylin Balboa 

O ağacın altında uzanmaya devam ettim. Yıldızlar aslında nedir size söyleyeyim: Yıldızlar, acıdan delirmiş insanların gökyüzüne sıktıkları kurşunların açtığı deliklerdir. Bilim adamları sürekli yenilerini keşfettiklerini söylüyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Yukarısı bir gün dümdüz olacak. Şehir içinde dünya turu, kalbin içinde kapı zili, aklın içinde ser güzeştler... Kutu gibi evler, ebesinin örekesine çıkan sokaklar, yeteri kadar ölmüş insanlar. Dünya yalan, hatta adaletin bu mu ulan? Benim abim şampiyon! “Hayat, kitapta durduğu gibi dursaydı be Allahım.” Belki Bir Gün Uçarız, yeknesaklığa celalleniyor, huzursuz, şedit ve enerjik... Yeni bir yazarın ilk kitabı... Aylin Balboa, deşeliyor, haykırıyor, söyleniyor... Şah damarı atıyor tıp tıp, sokak taşıyor yanında

Editör: TE Bilişim