Yazamıyorum… Yazacak konu bulamıyorum. Biraz dışarı çıkıp insanları izleyeyim diyorum. Dışarı çıktığımda hayat mücadelesi görüyorum. Herkes bir şeyin peşinde olabildiğince hızlı adımlarla, etraflarına bakmadan yürüyorlar. Nereye gittiklerini beyinlerine kazımış gibiler. Kafalarında sonsuz düşünceler ve sorular olduğu dışarıdan çok net gözlemlenebiliyor. 

    Sahil kenarına gidiyorum. Orada da manzara aynı. Şehir hatları vapurlarının gişesinin önünde bir kuyruk. Herkes sabırsız bir şekilde geminin gelmesini ve bir an önce gemiye binip gideceği yere gitmeyi düşünüyorlar. Onları izlerken yine yazacak bir konu bulamadığımın farkına varıyorum. Bu kadar aynı şeyi yapan, aynı hedefleri ve beklentileri olan bir topluluğun arasında nasıl bir konu bulabilirim ki? 

    Oturduğum yerden kalkıp gemiye doğru hareketleniyorum. Geminin kalkmaya yakın saatinde etraf boş olduğu için gayet sakin bir şekilde gemiye biniyorum. Belki deniz havası, manzara, martılar bana bir konu verir ve ben de yazımı yazarım diye düşünüyorum. Olmuyor. Aklıma bir konu gelmiyor. Denizin mavisi, martının beyazı ve insanların karanlık, umutsuz düşünceleri aklıma bir konu getirmiyor. Anlıyorum ki dışarıda da istediğim konuyu bulup yazamayacağım.

     Eve döndüğümde koltukta boş boş oturuyorum. Düşüncelere boğulmuş fakat bu düşüncelerin farkında olmayan ben boş boş yere ve duvarlara bakıyorum. Dışarı çıktığım için dışarıdaki o düşünceli, umutsuz insanların beni etkilediğini düşünüyorum. Hemen hızlıca yerimden kalkıp kendimi bir şeylerle meşgul etmeye çalışıyorum.

    O sırada hâlâ aklımda yazmak için bir konu arayışı var. Eski sevgililerimden en değer verdiğim, en pişmanlık yaşadığım kişiyi aramak geliyor aklıma. En azından onu aradığımda o beni yine reddeder ve ben de bu hüzünle bir aşk konusu üstüne yazarım diyorum. Hemen telefona sarılıyorum. Telefon açılmıyor. Bir süre bekledikten sonra bir daha arıyorum. Biraz ısrarcı gibi gözüküyorum ama yazmam için hissetmem ve bir konu bulmam lazım. Telefon açılıyor. Telefonun karşısındakinin benim numaramı sildiği benim sesimi tanımamasından belli oluyor. ‘’Selam, nasılsın?’’ samimiyetinin ardından bu düşüncemdeki o esaslı soru geliyor. ‘’Pardon, kimsiniz? Tanıyamadım.’’ İşte diyorum bir şeyler hissetmeye başlıyorum ama bu his yazacak bir konuyu henüz oluşturmuyor. Biraz daha konuşmaya devam etmek istiyorum. Bu sefer de kim olduğumu söylediğimde telefon yüzüme kapanıyor. Yok, bu da olmadı diyorum. Farklı şeyler düşünmeli, başka yollar bulmalıyım sırf bir konu bulup onun üzerinde yazmak için.

    Hava kararıyor. Kendimi gecenin içerisine bırakıyorum. Bazen camdan dışarı bakıyorum bazen de daha önce okuduğum kitapları inceliyorum. Yine olmuyor. Havanın kararması da bir konu bulmama yardımcı olmuyor. Kendimi boğazında bir lokma kalmış bebek gibi hissediyorum. Nefes almak isteyip alamayan ve derdini anlatamadığı için ağlayan bir bebek. Acaba ben de o bebek gibi ağlasam hislerimi ortaya döker ve bir konu bulabilir miyim diye içimden geçirmiyor değilim. 

    Bugünden umudumu kesiyorum. Kendimi kafamdaki düşüncelerle birlikte yatağa bırakıyorum. Gözümü kapatıyorum ve tam uykuya dalacakken aklıma o meşhur konu geliyor. Uykunun bu güzel gelişini engellemek istemiyorum ama bir yandan da konuyu bulduğuma seviniyorum. Yataktan kalkacak ve bu konuyu yazacak gücü kendimde bulamıyorum. ‘’Yarın yazarım. Ben bu konuyu unutmam.’’ diyerek uykuya bırakıyorum kendimi. Sabah kalktığımda ise konuyu unuttuğumu fark ediyorum. Yeni güne de yazacak bir konu aramakla başlıyorum.