Sevgili okurlar,
Türkiye, siyaseten bir başka kulvara savrulurken, içinde bulunduğu durumu, savrulduğu dünyayı ve karşılaştığı güçlükleri anlatmak elbette zor..
Bizim kuşak bir kere vefalı bir kuşaktır..
Bunu teslim ettikten sonra şunu söylemeliyim ki, biz Türkiye’nin o yoksul günlerinden, aydınlık yarınlara “Atatürk Düşüncesi ve fikirleri” ile çıkacağına çok emindik..
Çok emindik!..
Adımız gibi!..
Her sabah içtiğimiz ant ile öğretmenlerimize, ailemize, ait olduğumuz topluma ve ülkemize yararlı bireyler olmak için, daha küçük yaştan itibaren çalışmaya, üretmeye, kişi hak ve özgürlüklerine saygı göstermeye, her canlıyı sevmeye, doğayı korumaya sanki yemin etmiştik..
Kısacası, tarihin derinliklerinden gelen bir sesin temsilcileriydik.. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, o büyük mücadelesi sonrası, estirdiği “Dünyada ve yurtta barışın” birer temsilcileri gibi boy, filiz atmıştık..
Yine de öyleyiz ya!
İzimize düşürülen,” fitne ve fesat ile sağcı ve solcu” diye ayrıştırıldık!..
Anlamsız fikirler etrafından amansız bir kavgaya tutuşturulduk!..
Sonra kendimize geldiğimizde, iş işten çoktan geçmişti ve” bari bu tür illet, ucube fikirlerin peşinde çocuklarımız koşmasın” diye seferber olduk..
Ama düşman durmuyordu!..
Bu defa içimizde başka ateşler, ateşledi ve yankına çevrildi..
O Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk sevgisini, taş yağmuruna tutmaya başladılar..
“Heykel” diye güya “putları” yıkmaya kalkıştılar..
Oysa putlaştıran biri yoktu ortada..
Bir tarih yazan,bir İstiklal mücadelesinin kahramanı vardı ortada..
Hazmedemediler?
O,” put “ dedikleri eserler, bizim kahramanlık destanımızın birer sembolü ve simgesiydi..
Anlamadılar!?..
“Ümmet toplumundan, millet toplumuna geçişi” belli bir zümre kabullenemedi!?..
Modern giyim yerine, yakasız gömlekler, şalvarlar, kavuklar, fesler, takunyalar, bastonlar ile yürümeye, sokaklarda baş ve diş göstermeye takılmaya başlanıldı..
“Hilafet ve şeriat” isteyenlerin çoğalması,korku ve endişe yaratmaya başladı..
Geçmişten dersini alanlar,bu durumu gülerek seyrettiler..
Zira akıbet belliydi..
Siyasi baskı, lakayıt ve ciddiyetsizlik kadar, siyasetsizlikte kol geziyordu..
Çöken ekonomi enkazı altında fuhuş daha da arttı, küçüklere istismarlar başladı, kadın cinayetlerinin önü alınamaz oldu..
Devrin siyasileri  adına “İstanbul Sözleşmesi” denilen, çağın öğretilerine karşı savaş açıldı..
Anlaşılıyordu ki, “ kadın denilen kavram”, bu zihniyetin kafasında başka türlüydü!?
Kaybetmek istemiyorlardı..
“Karı benim karı, ne edersem hakkımdır” sesleri ülkede yükselmeye başladı..
Kim söylemişse, kim fetvayı vermişse?
Öyle ya,  sanki “kadın” bunların tapulu malları, sözleşmeli hak edilmiş köleleriydi!..
Ülkede siyasetin cılkı çıkmıştı!..
Nereden ithal edilmişse, nereden bulunmuşsa, bir “Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi” oluşturulmuştu..
Siyaset ötelenmiş,Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin işlevi ise, sanki devreden çıkarılmıştı..
Ülke atanmışlarla yönetiliyordu..
Böyle bir durumda, Irak ve Suriye cephesinde yapılan yanlışlar, tarihi süreç içinde onarılacak gibi değildi..
“İç barışı zora sokan uygulamalar, tehditler, aba altından soba göstermeler, bildik tavır içinde olmalar” ile ülke bir başka yere doğru kayıyordu..
İşte böyle günlerde, bir başka cephe daha açıldı!..
Tarihi süreç içinde, acılarla yad ettiğimiz Libya çöllerine tekrar asker gönderdik..
Trablusgarp, Bingazi kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ü bile unuttuk!
Akdeniz’de “Mavi Vatan” kavramı ile zihinlerimiz allak bullak oldu..
Televizyonlarda bilen de, bilmeyen de bu “mavi vatan” hakkında ahkam kesmeye başladı!?..
Gemilerimizi sismik araştırma ve petrol, gaz sondajları için Akdeniz’e gönderdik..
Bunların ardı sıra, bir dizi askeri,silahlı gemimizi de koruma için yola çıkardık..
Gerçekten Akdeniz’de sular ısınıyordu..
“Sular ısınıyordu” ama, kimin için ısınıyordu?
Dün karşımızda kimler varsa, bugün bir, iki fazlası ile herkes karşımızdaydı..
Yunanı, İtalyan’ı,Fransız’ı, Amerikalısı, Rus’u, İsrail’i ve Müslüman bildiğimiz ülkeler, Mısır, Lübnan, Ürdün ve niceleri karşı saftaydılar..
Soru buydu ya,” bir savaş çıkar mıydı” sorusu,kafaları karıştırıyordu..
Türkiye ve Yunanistan, yine emperyal(Yayılmacı) ülkelerin oyununa gelip, birbirlerini hasım görüp o tetiği çekerler miydi?
Bir gazeteci olarak yaşadığım Brüksel’de Yunanlı komşularım oldu..
Hep güler yüzle ve üstelik Türkçe “merhabalaştık” ve aramızda hiçbir sorun yaşanmadı..
Sevgili dostum, Avrupa Birliği uzmanı, tecrübeli diplomat Dr.Tunay Akoğlu, bu gelişmeler ile ilgili olarak kaleme aldığı son yazısında,”
Bu gezilerimden elde ettiğim en önemli izlenim, Yunanlıların Türkler karşısındaki tutumunun “yakınlık” ve tarihsel hatıraya dayanan, “rahatsızlık” arasında bocaladığını anlamak oldu” diyerek olayı şöyle özetliyor:
“Türk – Yunan ilişki ve algılamalarının tarihsel, duygusal, psikolojik, kültürel ve politik alanlarda nasıl olumlu yönlere kaydırılması oldukça zordur. Üstelik, eğer Yunanlılar “Bizans”, Türkler ise “Osmanlı” yaklaşımlarını terk etmezlerse, bu daha da zor olacaktır. En son ‘Ayasofya kararı’ bunu doğrulamıştır.
Ancak ve gene de ; “ortak iyi niyet, ortak çıkarlara dayanan gelişme ve ekonomik projeleri ve sivil toplum örgütlerinin de ortak gayretleri “ile belki daha olumlu adımlar atılabilir.”
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, savaş çıkartmak kolaydır.. Ama savaşın izlerini silmek zordur..
Önemli olan, “barışın tesisini öngörerek,geleceğe bakmak, çıkar ilişkilerini geliştirmek, ortak alanları alabildiğine birlikte kullanmak” önemlidir..
Bunu Türkler ve Yunanlılar yapabilirler mi?
Her şeye rağmen evet!
Bu vesile ile Brüksel’in ünlü meydanı Grand Place’de İspanyol komutanlardan birinin attığı imzası hiç aklımdan çıkmaz..
O kabartma imzada İspanyol Kral,” Ben dünyanın hakimi, Brüksel’e geldim, buraları fet ettim..Amerika’da Kızılderelileri, Akdeniz’de Osmanlı’yı yendim “diye böbürlenmektedir..
İnsanoğlu, “tamahkarlıkları bırakıp, paylaşmayı, uzlaşmayı” düşündüğü zaman, dünya daha da güzel olacaktır..
Birbirimiz ile kavga eden, savaşan değil,barışı tesis eden olmak varken, oyuna gelmemek gerek!..
Gördüğüm kadar ile televizyonlarda,” hep silahtan, kavgadan, çıkardan, öfkeden söz edenler, güç gösterisinde bulunanlar ve bunlara övgü düzenler” var!..
Perde bu ya, “Türk-Yunan savaşı” üzerine kurgular çoktan başladı bile!
Fakirliğin,yoksulluğun kol gezdiği iki ülkede, “silaha yatırım yapan, savaş silahlarını topraktan çıkaranlar değil, bize bu silahları toprağa gömecek” siyasiler gerekli..
Peki, diğer ülkelerin, Türkiye’nin barıştan söz eden aydınları, insanları neredeler?
Üzülerek ifade edelim ki, şu salgın Koronalı günlerde çekilen sıkıntılara, bir de bu savaş gerginlikleri eklenirse, vay insanımızın ve Yunanistan’ın ve Türkiye’nin haline!?
Şurada PKK denilen terör belasına kurban verdiğimiz canlar, harcadığımız paralar, tükettiğimiz enerji akla getirilmelidir!..
Türkiye, savaş senaryoları ile bir yere varamaz!..
Bu söylemlerin, iç siyasete alet edilmesini de bu millet yemez!..
Herkes aklını başına alsın ve Türkiye’ye, barışın tesisi konusunda katkı sunsun!
Bize, ne Amerika’dan, ne Ruslardan bir fayda var!..
Türkiye’nin geleceği, komşuları ile iyi ilişkiler geliştirmesinde ve barış rüzgarlarının estirilmesinden geçer..

GÜNÜN SÖZÜ;

"En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir!"
  (Marcus Tullius Cicero)