Doğrudur, Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinden ülkemize akın akın gelenler, bizim adını bile çoktan unuttuğumuz hastalıkları beraberinde getirdiler.

Mesela en basitinden uyuz hastalığı büyük bir patlama yaptı.

Öylesine ki zengin fakir ayırmadan toplumu sardı da uzmanlar alışveriş merkezlerinde giysi bile denemeyin uyarısını yapıyorlar.

Ama bazı hastalıklar vardır ki, potansiyeldir, bir yerden bir yere taşınmasına gerek yoktur, zamanı ve zemini uygun olup aradığı vasatı bulunca peydahlanıverir.

Örneğin Hubris Sendromu denen hastalık…

İsim yabancı gelebilir ama aslında çok çok iyi bildiğimiz bir hastalık bu…

Türkçesi ‘kibir hastalığı’ desem, ha onu bilmeyecek ne var dersiniz.

Geçtiğimiz günlerde Can Ataklı yazdı.

Dedi ki, ülkemizi yönetenlerin tavrına bakınca her birinin ne yüce birer kibir abidesi olduğunu elbette biliyordum ama buna “Hubris Sendromu” dendiğini bilmiyordum.

O da Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz sayesinde öğrenmiş bu salgın hastalığın ne menem bir şey olduğunu;

Hubris (kibir) sendromu genelde siyasetçilerde görülen ve “Tanrısal Ego” olarak bilinen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Genelde tekrarlanan seçim zaferleri sonrasında oluşan bir güç zehirlenmesi ile ya da diktatörlük eğilimi olan kişilerde ortaya çıkar.

İlk kez, Psikiyatrist David Owen ve Jonathan Davidson tarafından dile getirilen bu sendrom, 2010 yılında tıp dünyasının önemli dergilerinden biri olan Brain’de yayımlanmıştır.

Bu hastalarda; özellikle kurgulanmış kriz dönemleri, savaşlar ve ekonomik felaketler Hubris’in tetiklenip depreşmesine neden olmaktadır.

Hastalığa tanı koyabilmek için aşağıda sayılan 14 bulgudan en az üç tanesi mevcut olmalıdır.

1- Dünyayı, güç kullanımı yoluyla kendini yücelteceği bir yer olarak görür.

2- Öncelikle kişisel imajını geliştirmek amaçlı hareket etme eğilimi vardır.

3- Görüntüsü ve ifadeleri ile orantısız bir endişe içindedir.

4- Mevcut faaliyetleri ile ilgili konuşurken, bir Mesih gibi yücelme eğilimi taşır.

5- Kendisini ulus veya kuruluşla bir tutar.

6- Konuşmalarında kraliyet ailesine özgü bir “biz” ifadesi kullanır.

7- Aşırı öz güven gösterir.

8- Kendisi için öteki olan grubu açıkça hor görür.

9- Diğer insanlar ya da iş arkadaşları gibi sıradan bir mahkemeye değil de sadece tarih ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı hesap verebilir olduğu duygusunu taşır.

10- Tanrısal üst iradenin yargılamasında, haklı olacağına dair sarsılmaz bir inancı vardır.

11- Gerçeklik ile bağı kopmuştur.

12- Pervasız, tez canlı, vesveseli, huzursuzdur, dürtüsel eylemler sergiler.

13- Uygulamaların, sonuç ve maliyetlerinin dikkate alınmasını önlemek için, uygulamalarını ahlak, dürüstlük hakkında “geniş tasavvurlarına” dayandırır.

14- Planlı bir şekilde, yıllar içinde yaratılmış olan cühelanın, içimizden biri diye verdiği destekle şişmiş ego ve aşırı öz güven, işlerin ters gidebileceği düşüncesinden yoksun, uygunsuz politikaları pervasızca oluşturmasına neden olur!

Hubris vakaları, emperyalizm için ülke işgallerinde kullanılan en önemli, en ucuz ve en kanlı silahtır. Öncelikle böyle kişi ya da kişileri hedef ülkenin başına musallat ederler. Sonra da çeşitli yöntemlerle hastalığını depreştirip derinleştirir ve bir diktatör yaratırlar. Diktatör, zamanla kendiliğinden doyumsuz bir canavara dönüşür. Emperyalizm, halka zulmü kolaylaştırmak için her seferinde yangın yerine benzin döker. Mısır, Irak, Suriye, Libya vakaları yakın coğrafyanın dumanı üzerinde olan canlı örnekleridir…

İşte böyle.

Zaman zaman “Tanrı bakanlar” diye takılıyorum, meğer bilimsel olarak da böyle bir gerçek varmış.

Hiçbir şey tesadüf değil anlayacağınız…