‘’Koşulsuz bağlanırım sana. Çok güzelsin keşke sen de beni sevsen. Başımın üstünde bir gökyüzü var, bir mavilik var, bir de bulutlar var. Hayallerimden kurtar beni, bulutların arasından çek al beni yanına, seninle olayım, başımın üstünde bir de sen ol. Zaten seninle olmak maviliklerin en güzeli değil midir? Sana çok şey veremem ama tek verebileceğim bir çocuğun resim çizerken verdiği o masum duygu… O çocuğun hayal gücünü düşün, işte ben de seninle onları düşünürüm, onları yaparım. Lütfen, burun kıvırma bana, sözlerimi abartılı sanma. Kalbin konuşması nedir bilir misin? Sana hiç biri kalbinden konuştu mu? Bilimsel olarak imkânsız gibi gözükse de ben seninle konuşurken bu teoriye inandım. Seninle hep kalbimden konuştum, konuşuyorum. İstesem de yalan söyleyemem. Kalbinden konuşunca insan çaresizce doğruları, gerçekleri söylüyormuş. Ben de sana onu söylüyorum, şimdi ne diyorsun?’’

  Kadın durdu, düşündü. Geçmişinde kimse ona kalbinden konuşmamıştı. Çok hoşuna gitmişti bu sözler ama bir yandan da erkeklerin ona yaşatmış olduğu güvensizlik duygusu vardı. Hemen atılmak istemedi. ‘’Bilemiyorum’’ dedi. Adam şaşırdı. Birkaç dakika birbirlerine baktılar. Gözlerini kadının gözünden çekti ve yanından akan trafiği izledi. Tekrar kadının yüzüne baktı ve ‘’Sevgi nedir bilir misin?’’ dedi. Kadın ‘’Böyle söyleyen çok erkek duydum, hepsinin sonu aynı oldu; Ya gittiler ya da aldattılar. Erkeklerin sevgisi ulaşana kadardır’’ dedi. Adam dalga geçer gibi tebessüm etti. ‘’Ne diyebilirim ki? Seni kimse sevmemiş. Çok sevdiğine inandığın bile sevmemiş. Sen bir masala inanmışsın ama benim sana söylediklerim masal değil. Sadece kalbimi dinleyip, sana hislerimi söylüyorum.’’ dedi. Kadın pek oralı olmadı. Adamın inadı geçecek gibi değildi ama zorlamakta istemiyordu. Garsona seslenip, iki çay daha istedi. Ne kadar zormuş aşkını itiraf etmek, ne kadar zormuş doğruları söylemek, hislerini ortaya koymak. Ne kadar zormuş bir şeyler söylemek gerekirken o sözleri söyleyememek. Ve ne kadar zormuş her anın kıymetini bilip, o anın elinden kaçtığını görmek.

  Çaylar geldi. Kadın tek şekerli içiyordu, adam şekersiz. Kadın şekerini attı, karıştırmaya başladığında adama alaycı gözlerle baktı. Sanki kuşatma altında bulunan bir komutan edasıyla ama adam fethetmeye kararlıydı. Sonuna kadar mücadelesini sürdürecekti.

Adam ‘’Haydi, söyle içindekileri.’’ dedi.

‘’Ne söyleyeyim ki kimseye inanmıyorum’’

‘’Sana neden yalan söyleyeyim?’’

‘’Senin yalan söylemenle ilgili değil. Zaten erkekler hep yalan söylemiyor mu?’’

‘’Ben hayatımda yalan söylemedim.’’

‘’Pembe yalan bile mi?’’

‘’Pembe, kırmızı, mor hiç söylemedim. İlk defa hayatımda kendimden emin olarak sana mavilik vaat ettim. Aslında sadece sana değil, kendime de ama sen bunu hiç bilmeden, denemeden elinin tersiyle itiyor musun?’’

‘’Canım, kusura bakma ben kimseye güvenmiyorum.’’

‘’Peki’’ dedi adam. Ne yapabilirdi? Kalkıp ‘’Seni seviyorum’’ diye haykırsa basit olacaktı. İntihar etse zavallı, arkadaşlarına söylese ‘’Sana başka kız mı yok?’’ diyeceklerdi. Kalktılar. Kadını evine bıraktı. Kadın hiçbir şey olmamış gibi adamın elini sıktı. Adam kimsenin önünde bu kadar ezilip büzülmemişti ama aşk böyle bir şeydi ve adam da o gün karşılıksız sevgiyle tanışmış oldu.