Bir kargayla yüz yüze geldim. Karşılıklı bakışmaya başladık. Kafasını sola çevirdi bana baktı, sonra sağa çevirip etrafa bakmaya devam etti. Ben de onu taklit ederek aynı şekilde ona bakmaya başladım. O kadar güzel bakıyordu ki simsiyah gagasının üstünden,

anlatamam. Hayran oldum. Oldum olası severdim kargaları. Göz göze kaldıkça sanki anlatmak istediği bir şeyler varmış ama anlatamıyor gibiydi. Belki de dört yüz yaşındaydı. O kadar çok şey görmüş, yaşamış, biriktirmiş ama konuşamıyor, anlatamıyor, her şeyi içinde tutuyordu. Ne kadar zor. Keşke anlatabilsen, döksen bana içini. Dört yüz seneyi… Savaşları, barışları, hüzünleri, açlıkları, mutlulukları her şeyi ama her şeyi. Dört yüz sene ömrüm olsa dinlerim seni. Sonra belki de sen beni dinlemek istersin. Senin ömrüne göre benim saatlerle ölçülen ömrümü. Senin yaşadıklarının dörtte birini bile yaşayamamışımdır. Ama benim de üzüldüğüm, kırıldığım, sevindiğim, sevdiğim, nefret ettiğim anlar var bu kısacık hayatta.

Ne yaparsın karga kardeş, bizim ömrümüzde bu kadar. Bizler kelebeklerin ömrü kısa deriz, sizler de bizim için bunların ömürleri kısa diyorsunuzdur. Bakma bana öyle hadi birkaç kelime söyle, dök içini, anlat her şeyi. Seni dinlemek istiyorum. Bu hayattan uzaklaşıp, yaşamın ve tarihin gerçekleriyle yüzleşmek istiyorum. Bunu da bir kargadan dinlemek istiyorum. Sen ki en doğru tarih yazıcısı ve şahidi değil misin? Anlat o zaman karga kardeş.

Herhalde ona bakmamdan ve dert yanışımdan şikâyet etmiş olacak ki kanatlarını açtı. Uçacak, kaçacak dediğim anda havalandı. Sonrasında da ona baktığım yerin daha da yakınında bir ağaç dalına iniş yaptı. Tekrar bakmaya başladı. Bu sefer de isteklerimi, düşündüklerimi ona sesli anlatmaya başladım. Bir kere bile gaklamadı. Artık konuşma sırası sende dediğimde ise yine bir sağ bir de sola bakmaya başladı. Anladım ki hiçbir şey anlatmak istemiyordu. Gerçi benimki de saçmalıktı, sanki anlatmak istese anlatabilecekmiş gibi…

Benim de anlatacak bir şeyim kalmadı artık. Aslında o kadar çok şey var ki içimde biriken ama hepsini de ona anlatmak istemedim. Biraz da onu bekledim belki bir umut konuşur diye. Aramızda büyük bir sessizlik oldu. İkimizde birbirimize bakışıyorduk. Sonrasında o yine kanatlarını açtı ve uçmaya başladı, ben de yürümeye...Sonrasında baktım ki yürüdüğüm yollara gölgesi vuruyordu. Havada, özgürce süzülüyordu. Artık önüme değil, yukarıya ona bakarak yürüyordum.

Bir parka oturdum. Oturduğum yerin karşısında bulunan ufak çöp kutusunun üstüne kondu ve gaklamaya başladı. Öylesine değildi bu gaklaması, o da bana bir şeyler anlatıyordu, anlamasam da onu pür dikkat dinledim. Gaklaması bittikten sonra bir daha kanatlarını açtı ve bana bakarak uçabildiği kadar gökyüzüne doğru süzüldü gitti. Ben de olduğum yerde oturdum kaldım. O günden sonra onu bir daha görmedim. Belki de görmüşümdür fakat görseydim hissederdim.