İYİ Parti ve Genel Başkan Meral Akşener, yola çıktıkları günden bu yana ezber bozuyorlar.

Son olarak, artık baymaya başlayan mutat grup toplantılarının seyrini değiştirdiler.

Önceki hafta grup kürsüsünden esnaf odası başkanını konuşturmuşlardı.

Bu hafta da kürsüde yüksek lisanslı, üniversite mezunu işsiz genci konuşturdular.

Verilen en güzel mesajlardan bir tanesi de işsiz genç konuşurken Meral Akşener’in iki basamak aşağıya inip beklemesi ve “Biz onların vekili olduğumuz için milletimiz üstte ben aşağıdayım dolayısıyla 2 basamak aşağı iniyorum” demesiydi.

Konuşma içeriği haliyle gençler, genç işsizlik üzerine olurken, gündeme de değinen Meral Akşener avukatlara yapılan zulmü şu sözleriyle kınadı;

Biliyorsunuz, milletçe sadece doğal afetlerle mücadele etmiyoruz. Hukuk Devleti, Hukukun Üstünlüğü, Tarafsız Yargı kavramları da, iktidar eliyle tasarlanan siyasi afetlerle karşı karşıya…

Yargının 3 ayağından biri savunmadır, yani avukatlardır. İktidar ve küçük ortağı, getirmeye çalıştıkları bir düzenleme ile baroları da ayrıştırmak istiyor.

Dün, bu düzenlemeye karşı, demokratik bir şekilde tepki veren baro başkanları, gündüz, saatlerce güneşin altında, gece de, sağanak yağmurun altında bekletildiler, itilip kakıldılar.

Güneşten ve yağmurdan korunmaları için gönderdiğimiz, tentelerin bile kurulmasına müsaade edilmedi.

İlin valisi çıkıp, çaresizlikle İçişleri Bakanlığı’nı işaret ederek, “250 metre yürümelerine izin veremediğini.” ifade etti.

Yapılan kasıtlı provokasyona rağmen, demokrasi çizgisinden ayrılmayan ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın, iktidara bizleri ayrıştıramayacağını gösteren, Baro Başkanlarımıza ve cübbesine düğme diktirmemiş avukatlarımıza, sağduyularından ötürü teşekkür ediyorum.”

Ardından gençlerin sorunlarına değinen Akşener’in öğretmen olmasının avantajlarını kullanarak gençlere ve gençlerle kafayı bozanlara önemli mesajlar verdi;

“Farkında mısınız; Ak Parti iktidarlarının gençlerle hep bir sorunu var…

Giydiğine karışıyor. Yediğine-içtiğine karışıyor. Oturmasına-kalkmasına karışıyor.

Gençliğini hakkıyla yaşamamış adamlar; gençlere sürekli bir ders verme havasında. Sürekli bir ayar verme havasında. Sürekli bir parmak sallama havasında…

Bunları yaparken bari onları düşünseler, ama düşünmüyorlar.

Attıkları hiçbir adımda gençlerimize güven yok, hep dikte etmek var.

Gençlerin hakkı hukuku söz konusu olduğunda, hep itip kakmak var, hep dayatmak var.

İşte bu hafta, meclise yeni bir yasa hazırlığı geliyor. Düşünmüşler taşınmışlar, “Biz bu gençlerimize daha hangi kötülüğü yapabiliriz.” demişler; 25 yaş altındaki çalışanların sosyal haklarını tırpanlayacak, onları işverene ve hayata karşı savunmasız bırakacak bir formül bulmuşlar.

Araya 50 yaş üstü çalışanları da katıp, 25 yaş altı çalışanlar için, “10 günden az çalıştıkları taktirde, sigorta primi ödenmeyebilir.” diye bir taslak hazırlamışlar. Akıllarınca, salgın sürecinde bir önlem olarak kullanılan, esnek çalışma uygulamasını, sabit hale getirecekler.

Deprem vergilerini nasıl sabit vergi haline getirip, 18 yıldır milleti yoldularsa, şimdi de salgını fırsat bilip, gençlerimizin sosyal haklarını tırpanlamaya hazırlanıyorlar.

İşten çıkarmaları kolaylaştırıyorlar.

Bize göre işsizlik, ve daha da önemlisi genç işsizliği, ülkemizin karşı karşıya olduğu en büyük sorunların başında geliyor.

Gençlerimiz yıllarca dirsek çürütüyorlar. Aileleri ile omuz omuza mücadele veriyorlar.

Çalışıp, çabalayıp büyük bir heyecanla diplomalarını alıyorlar.

Peki ya sonra? Sonrası yok… Bugün Türkiye’de genç işsizlik oranı yüzde 24,6.

Yani her dört gencimizden biri işsiz... İstihdam oranı ise yüzde 27… Yani her dört gencimizden sadece biri çalışabiliyor. Her on gencimizin üçü ise ne okuyor ne de çalışıyor.

İşin daha acısı ne biliyor musunuz? Türkiye’deki işsiz vatandaşlarımızın dörtte biri üniversite mezunu. Bir milyondan fazla üniversiteli işsizimiz var.

Biz gençlerimize yeniden hayal kurdurmanın kavgasındayız. Biz hayal kurabilen gençlerimizi, iş sahibi yapmanın kavgasındayız.

Gençlerimize, “Sus, otur yerine.” demeyeceğiz, işte aynen böyle; “Kürsü senin, gel konuş.” diyeceğiz.

Çünkü bize göre Türkiye Cumhuriyeti, “Bütün ümidim gençliktedir!” diyen, muazzam bir vizyonun eseridir.

O eserin en yüksek makamında oturan Sayın Erdoğan anlamasa da; Biz biliyoruz ki; İmkan verildiğinde, gençlerimiz bu memleketi uçurur.

Yeter ki önleri açılsın. Yeter ki onları düşünen, onlara inanan bir iktidar olsun.

Türkiye’yi, hiçbir uyarıya kulak asmayan, hiçbir öneriye göz atmayan, akla, bilime inanmayan, tarihten de ders almayan bir zihniyet yönetiyor.

“İşsizlik kanayan yaramızdır, çare bulun.” diyoruz; Dalga geçer gibi, “Hani nerede işsizlik?” diyorlar.

Eşle dostla doldurdukları Türkiye İstatistik Kurumu’ndan aldıkları, sipariş tablolarla, milleti kandıracaklarını sanıyorlar.

Damat Bakan, “Bana bu ay şu kadar enflasyon, bu kadar işsizlik lazım.” diyor. TÜİK, siparişi adrese teslim ediyor. Verileri çarpıtarak, algıyı kontrol edip, krizi yönetebileceklerini zannediyorlar.

Ne yapıyorlar biliyor musunuz; Gidip vatandaşa soruyorlar.

Diyorlar ki, “Çalışıyor musun?” Hayır diyor. “Peki, bir iş olsa çalışır mısın?” diye soruyorlar.

Elbette “Evet” diyor. Sonra altın soru geliyor.

Diyorlar ki;

“Son 4 haftada, herhangi bir resmi kuruluşa, iş başvurusu yaptın mı?”

O işsiz vatandaşım, “Hayır yapmadım.” dediği anda, hayatı birden düzene giriyor.

Neden biliyor musunuz, çünkü artık işsiz sayılmıyor.

İşi yok, ama en azından, iktidarın gözünde artık işsiz değil.

Güler misin, ağlar mısın?

Oysa aynı vatandaşım aylarca iş aramış, bulamamış.

Bulamayınca da umudunu kesip, resmi kanallarla iş aramaktan vazgeçmiş.

İş aramadığı için de, Ankara’daki kayıtlara göre artık işsiz değil.

Son bir senede, 1 milyon 600 bin kişi, iş bulmaktan ümidini keserek istihdamdan çıktı.

Son bir senede, iş gücümüz 2 milyon 235 bin kişi azaldı.

Ama bunlar Damat Bakan’ın umurunda mı? Elbette değil.”

Görüldüğü gibi, Meral Akşener milletin diliyle konuşuyor, sade, yalın ve anlaşılabilir bir dil kullanıyor.

Yetmediği yerde de bizzat milleti çıkarıyor kürsülere ki anlamayanlar anlasın…