Dünya gündeminde böylesine kritik bir durum varken içimden farklı bir konu üzerinde yazı yazmak gelmiyor, durumu an be an birlikte değerlendirerek, gerekli tedbirleri alacağız.

1982 yılında g. g. Marquez tarafından yapılan nobel konuşmasının bir kesiti şu şekilde;

‘’...kuşkuya yağmaya ve terk edilmişliğe karşı, yanıtımız yaşam'dır. ne tufanlar, ne salgınlar, ne açlıklar, ne felaketler, ne de hatta yüzyıllar boyu birbirini izleyen sonu gelmez savaşlar, yaşamın ölüm karşısındaki dayanıklı üstünlüğünü kırmayı başarabildi. hep büyüyen, hep hızlanan bir üstünlük...’’

Bugün küre üzerine baktığımızda kimse kimseden üstün değil, kimse zengin olduğu için farklı sınıfa tabi değil, zengini fakiri, ünlüsü ünsüzü yok bu durumun.

Günler, aylar geçer; bu belada başımızdan gelip geçer ama yaşadığımız bu sıkıntılı günlerden çıkaracağımız çok önemli dersler olduğu kanaatindeyim.

Öldürmeyen acı güçlendirir felsefesinin somut dallarından tutmaya çalışarak ümit ediyorum ki insanoğlu küre üzerinde hal ve hareketlerine; evrensel insani değerlerine çeki düzen verecektir.

İnsanlık tarihi açısından, çok önemli anları yaşadığımız bir zamandayız. İnsanların yaşadıkları ortam, mahalle şehir ve hatta yaşadığı ülke her ne olursa olsun, kimse evden çıkmıyor.

Herkesin zihninin meşgul eden kaygı ve korkular var; insanlar bunalıyor, sıkılıyor, eğlenmeye çalışıyor, ölümün kendisine gelmeyeceğini düşünüyor ama olmuyor.

Hayvanat bahçelerinde sergilenen canlılar gibi, bir kutunun içerisinde yarattığımız koca eğlence dünyasını, ulaşım için yaptığımız yolları ve sahip olmak için ömrümüzden verdiğimiz zamanla aldığımız araçları kullanamıyor, rant uğruna mahvettiğimiz doğaya ulaşamıyor, sosyalleşemiyoruz.

En önemli nokta ise ülke ayrımı yapmadan; din, dil, ırk, renk, cinsiyet, inanç ve hiçbir kavram gözetmeksizin yaşamını kaybeden insanlara üzülüyor ve onlar adına empati yapabiliyoruz.

Çünkü insanoğlu kendi başına geleceğini de biliyor. Oysaki evrenin ortak olan tek gerçeği; ‘ÖLÜM’ değil miydi?

Hepimiz bir gün ölecek ve bu evrene bırakacak tek şeyimiz dokunduğumuz yürekler, iyileştirdiğimiz ruhlar, iyilik yaptığımız insanlar olmayacak mıydı?

Böylesi zorlu günlerin bize kattığı insani değer duygularını kazanmak için illa ki bir felaket yaşamak mı gerekirdi?

Bu virüsün en iyi yanı tüm insanlığın ortak gündemi olması ve aynı şeyleri düşünüp hissedebilmesi oldu diye düşünüyorum; umarım virüsün işi bitirildikten sonra birbirini daha iyi anlayan insanlar olarak, daha güzel bir dünya’ da yaşarız.

Buna engel olabilecek bir kavram yok, insani hırslarımızdan arınırsak herkesin ortak gayesi neye inanırsa inansın; ‘İYİ BİR İNSAN OLABİLMEK’

Beni üzen ve düşündüren bir diğer konu ise; 65 yaş üstü sokağa çıkma yasağının gelmesiyle beraber ‘yardım meleği’ kesildik, oysa ki 65 yaşındaki insanlar bu virüsü yaymıyor onların atlatma olasılığı daha düşük olduğu için bu yasak getirildi.

65 Yaş üstü hep yaşlı değilmiydi? Onlara yardım etmek, hayatlarını kolaylaştırmak için illa ki küresel bir salgın mı olmalıydı?

Bu yaşadığımız durumu oturup derinlemesine bir düşünün istiyorum, ne oldu yani aslında hepimiz iyi insanlardık da, uyutuluyor muyduk! ?

Yaşlısı, genci, çocuğu, büyüğü demeden mümkün oldukça evde kalalım ve yetkililer dışında yapılan hiçbir açıklamaya kulak asmayalım, Sağlık Bakanımız süreci olağan şeffaflığıyla bizlere bildirmekte, bilgi kirliliğine yol açacak her türlü bilgiden uzak durmanızı öneririm.

Bu vesile ile sosyal medya üzerinden sıkça gelen bir soruyu da yanıtlamak isterim; ‘Aile içi İletişim ve NLP Farkındalık’ seminerlerim yaşanan bu salgın dolayısıyla ertelenmiştir, bu riski ortadan kaldırdığımızda Sakarya ve Kocaeli için planlanmış seminerler tekrar düzenlenecektir.

Sağlıklı günlerde görüşmek ümidiyle..