Hak, hukuk, adalet ve demokrasi mücadelemde şiar edindiğim Nazi Almanya’sı Papazı Martin Niemöller’in şu sözleridir;

“Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim.
Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."

Bugün Osman Kavala dosyası açıyorum.

Osman Kavala ile şahsi bir ilişkim, görüşmem yok pek tanımam da, tanısam da pek sevişeceğimizi sanmam. Ama ona olan duygularım ona yapıldığını düşündüğüm adaletsizlik konusunda sessiz kalacağım anlamına gelmez.

Önce bir alıntı ile Osman Kavala kimmiş, görelim;

“Demokrat oluşu, uluslararası ölçütlerde insan haklarını, azınlık haklarını, demokratikleşmeyi, açık toplumu, çok kültürlülüğü savunuşu, asimilasyoncu ve Türk-üstünlükçü devlet pratiklerini eleştirip, Avrupa Birliği standartlarında bir ülke vizyonunu insanlara bıkmadan, usanmadan anlatması, onu hedef haline getirdi.

Birçok aydın gibi, Kavala da Gezi Parkı protestolarına elbette olumlu yaklaştı. Erdoğan iktidarının, beton yığınları arasında sıkışıp kalmış bir yemyeşil alanın üzerinden buldozerlerle geçip, orada daha önce bulunan bir askeri kışlayı betonarme olarak, otel kullanımına açmak üzere yeniden yapması, gerçekten de akla ve mantığa aykırı bir olaydı.

Geniş toplumsal kesimler gibi, Kavala da bu antidemokratik ve çevre düşmanı teşebbüse eleştirel yaklaştı.

Erdoğan hükümeti, Gezi Parkı protestolarının bir “sivil darbe kalkışması” olduğu yalanını ortaya attı. Toplumu ortadan ikiye böldü. Gezicileri “camide bira içmekle” suçladı. Provokasyon amaçlı olarak, “üzerlerinde deri giysiler olan dövmeli adamların başörtülü ve bebeği olan bir kadına saldırdıkları, kadının üzerine işedikleri, onu darp ettikleri” yalanını ortaya attı.

Tüm yalanların üzerine, Gezi protestolarının arkasında “faiz lobisinin”, “Yahudi lobisinin”, “dış mihrakların” vs. olduğunu ilan etti.

İşte Osman Kavala’nın adı, böyle bir cinnet hali esnasında, bizzat Erdoğan tarafından hedef gösterilmişti. Kavala, Gezi “darbe kalkışmasının finansörü” ilan edildi.

O artık kendi devleti tarafından “casus” ilan edilen, “hain” olarak karalanan, adı “terörizm” bağlamında suçlarda geçen bir suçlu olmuştu.

Onun gibi binlerce masum kurban da onunla aynı ya da benzer kaderleri paylaşıyordu. Fakat Kavala’nın bir farkı vardı. O, Türkiye’de ve dünyada tanınan bir insandı. Böylece AB, uluslararası hak kuruluşları, meslek örgütleri, akademi ve medya, Kavala’yı manşetlere çıkardı. Böylece Ahmet Altan ve Selahattin Demirtaş ile beraber, Osman Kavala, Türkiye rejiminin en tanınan politik suçluları arasındaydı.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında, Osman Kavala, yine yabancılarla olan bağlantıları ya da belli etnik azınlık grupları ile birlikte yürüttüğü ya da destek olduğu projeler nedeniyle, bu kez de askeri darbe ile ilintilendirilmekteydi. Erdoğan’ın kişisel düşmanlığı Kavala davasında da belirgin rol oynamıştı. Perinçek tarafından siyasetin köpeği olduğu tescilli Türk yargısı, Kavala’yı iyice bitirebilmek için, vahşi saldırılarına ikinci bir cephe açıyordu.”

Uzun tutukluluk halinden sonra mahkeme salıverilmesi kararı verdiyse, hemen aynı gün “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu” gerekçeleriyle tutukluluk hâlinin devamını talep etti.

Kavala tam 4 yıldır hapiste! Hiçbir somut suçu yok. Ortada kanıt teşkil edebilecek hiçbir belge, fotoğraf, telefon tapesi, ses kaydı, para transfer dekontu, diğer banka belgeleri – hiçbir şey mevcut değil. 60 sayfalık iddianame, boş iddialarla, tutarsızlıklarla, tekrarlarla, zan ve teorilerle dolu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Altan kardeşler kararlarında olduğu gibi, Kavala’nın da suçsuzluğuna hükmetmişti. Ancak tahmin edeceğiniz üzere, Türkiye, kendi varlık nedeni olan anayasasıyla garanti ettiği halde, AİHM kararını bugüne dek uygulamadı.

Dediğim gibi, konuyla alakalı dosya açmamızın tek sebebi adalet arayışıdır.

“Adalet yerini bulsun da isterse kıyamet kopsun” anlayışıdır.

Malumunuzdur Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ı öldüren sanığa hakim sorar;

"Sedat'ı neden öldürdün?"

Katil: "Çünkü laik'ti" der.

Hakim: "Laik ne demek ?" diye sorunca Katil;: "Bilmiyorum!" der.

Bilmediğimiz, tanımadığımız insanları, sırf reisimiz/şeyhimiz/önderimiz/liderimiz öyle buyurdu diye yargılama hastalığından kurtulmamız dileğiyle, dosyamızı açalım…

KIZIL MİLYARDER OSMAN KAVALA

BÜYÜKELÇİLER DEVREDE

Son olarak, Almanya, ABD, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Türkiye’deki büyükelçilikleri şöyle bir açıklama yaptılar;

“Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.”

BÜYÜKELÇİLERE TEPKİ YAĞDI

Hükümet ve ortakları yine çok kızdılar…

TBMM Başkanı Mustafa Şentop:

“Türkiye’de ‘devam eden dava’ hakkında, TBMM’de soru sormak ve görüşme yapmak bile anayasa tarafından yasaklanmışken, mahkemenin nasıl karar vereceğini söylemek başka ülkelerin büyükelçilerinin hakkı değildir; büyük bir haddini bilmezliktir. İşinize bakın.”

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül; “Diplomatlar, kabul edildikleri devletin hukukuna saygıyla mükelleftir. Anayasamıza göre mahkemelerimize tavsiye ve telkinde bulunmak hiçbir büyükelçinin haddi değildir. Hukukun üstünlüğüne gölge düşüren şey de bu had ve hudut bilmezliktir.”

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, hukuk devletidir. Büyükelçilerin yürüyen bir davada yargıya tavsiye ve telkinde bulunması kabul edilemez. Tavsiye ve telkininiz, hukuk ve demokrasi anlayışınıza gölge düşürmektedir.”

Dışişleri Bakanlığı;

“Ülkemizde devam eden bir davayla ilgili olarak, diplomatik teamüllere aykırı bir şekilde dün akşam ortak bir açıklama yayımlayan Ankara’daki bir grup büyükelçi, bu sabah Dışişleri Bakanlığına çağrılmıştır. Bu ülkelerin Büyükelçileri-Maslahatgüzarlarına, sosyal medya üzerinden yapılan ve bağımsız yargı tarafından yürütülen hukuki bir süreçle ilgili bu hadsiz açıklamanın kabul edilemez olduğu, hukuki süreçlerin siyasallaştırılmasına ve Türk yargısına baskı yapmaya yeltenen bu açıklamanın reddedildiği, söz konusu açıklamanın Büyükelçilerin savunduğunu iddia ettikleri hukukun üstünlüğü, demokrasi ve yargı bağımsızlığına da aykırı olduğu iletilmiştir.

EŞİNİN GÖZÜNDEN OSMAN KAVALA VE BİTMEYEN DAVASI

Önce Ayşe Buğra kimdir. Bakalım;

Bütün vasıfları bir yana O her şeyden önce Milliyetçi-Ülkücü camianın başucu romanlarının yazarı Tarık Buğra’nın kızıdır.

Boğaziçi Üniversitesi'nde okudu. Yüksek öğrenimini Kanada'da Laval Üniversitesi'nde tamamladı, aynı üniversitede yüksek lisansını ve McGill Üniversitesi Ekonomi Bölümünde doktorasını tamamladı.

İstanbul Üniversitesi, McGill Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve Sherbrooke Üniversitesinde çalıştı. Halen Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

1988 yılında Osman Kavala ile evlendi.

En son Osman Kavala'nın avukatlarıyla birlikte düzenlenen online basın toplantısında meramını anlattı;

"Konuyla ilgilenenlerin çoğunun bildiği gibi, eşim Osman Kavala 17 Ekim 2017 tarihinden beri dört duvar arasında özgürlüğünden yoksun olarak yaşıyor. Bu süre içinde kendisine ceza kanunun üç ayrı maddesiyle ilgili suçlamalar yöneltildi. Bunlardan birinden beraat etti. İkincisinden tutuklandıktan sonra tahliye edilip- sonra yeniden tutuklanıp- sonra yeniden tahliye edildi ve şimdi bu suçlamayla geçtiğimiz Perşembe günü çıkan iddianamede tekrar karşılaşıyoruz, ama bu sefer buna bir de üçüncü suçlama (casusluk suçlaması) eklenmiş durumda.

Karşılaştığımız durumun niteliğinin anlaşılması için, herkesin son iddianameyi okumasını isterdim.

64 sayfalık bir metnin okunmasının zor olduğu düşünülebilir, ama o kadar zor değil. Metinde pek çok siyasi tahlil ve pek çok tekrar var. Tahlil ve tekrarlar çıktıktan sonra, ortada makul şüphe zemini oluşturabilecek bir bilgi ve belge olup olmadığını okuyanlar takdir edebilir.

Bir hukuk devletinde böyle bir iddianamenin hazırlanması mümkün müdür değil midir, okuyanlar bunu takdir edebilir.

Türkiye’de yargının işleyişiyle ilgili sorunlar her gün tartışılıyor, haksızlığa uğrayan ve mağdur olanlar bizden ibaret değil. Bunu biliyorum. Ama eşimin başına gelenler, onun kendisine uygun bir suç aranırken üç yıl boyunca tutuklu olarak cezaevinde kalması, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok insanın dikkatini çeken özel bir durum oluşturmuş durumda. Bu özel durum karşısında, maalesef, artık bağımsız bir yargı sürecinin normal işleyişiyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor.

Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum.

"Adalet mülkün temelidir' cümlesi sık sık aklıma geliyor"

Bir yandan da, hepimizin çok iyi bildiği 'adalet mülkün temelidir' cümlesi sık sık aklıma geliyor. Bu durumda, bu memleketin bir vatandaşı olarak, sadece basının ve kamuoyunun duyarlığına değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizleri temsil eden milletin vekillerine seslenmek ihtiyacını duyuyorum. Merhamet talebiyle değil adalet talebiyle, mülkün temeli olan adalet talebiyle, Adalet ve Kalkınma Partisi başta olmak üzere, meclisteki bütün partilere mensup milletvekillerine seslenmek istiyorum. Ama aynı zamanda, halkın yararına siyaset yapmak isteyenler için çok önemli olduğunu düşündüğüm empati duygularına da seslenmek istiyorum. Benim ve eşimin oğlunu artık göremeyeceğini düşünen annesinin durumunun, milletvekillerini ve siyasetle uğraşan herkesi, özellikle de hangi partiden olursa olsun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirmesi gerektiğini zannediyorum.

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden; AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiş bir ülke. Konsey son toplantısında yaptırım başlatacağını söyledi. Bu sadece sanıklar için değil, memleket için vahim bir durum. Eşimin başına gelenler, onun kendisine uygun bir suç aranırken üç yıl boyunca tutuklu olarak cezaevinde kalması, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok insanın dikkatini çeken özel bir durum oluşturmuş durumda. Bu özel durum karşısında, maalesef, artık bağımsız bir yargı sürecinin normal işleyişiyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor. Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum. Çok zorlanıyorum çünkü biz evrensel hukuk normlarından ve yasalardan bahsederken, artık karşımızda bize durumumuzun bunlara uygun olduğunu anlatmaya çalışan kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım.”

Düzgün insan olmanın suç olduğu bir ülke, nasıl iflah olur?

OSMAN KAVALA’YA DAİR SÖYLENENLER

BÜLENT ARINÇ;

Bazen AKP’nin vicdanı olarak lanse edilen aynı zamanda hukukçu olan Bülent Arınç, katıldığı bir televizyon programında şöyle demişti:

“Osman Kavala’nın hâlâ tutuklu kalmasına hayret ediyorum, tahliye edilmesi lazım. Bu iddianameleri okuyarak isyan etmiştim. Çocuk bile yazmaz bile demiştim, cübbeyi bile giyesim gelmişti.”

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU;

KİN VE ÖFKEYLE DEVLETİ YÖNETMEYECEĞİZ

Aynı zamanda adalet istiyoruz kendi ülkemizde. Kendim için istemiyorum, 83 milyon adına adalet istiyorum. Masum insanların kin ve intikam duygusuyla hapishanede tutulmasını istemiyorum.

Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, askeri öğrenciler, adaleti arayan avukatlar neden hapishanede? Türkiye'nin bir yol temizliğine ihtiyacı var. Kin ve öfke ile devleti yönetmeyeceğiz.

Bir ülkenin itibarı imza attığı sözleşmenin arkasında durmaktır. Türkiye'nin itibarının her sahada korunmasını isteriz. Türkiye'ye dışarıdan yapılacak hiçbir müdahaleyi doğru bulmayız. Ama dışarıdan müdahaleye kapı açacak bir yönetimi de kabul etmeyiz. Geldiğimiz nokta üzücü bir nokta.

MEDYA GÖZÜYLE OSMAN KAVALA OLAYI

NAGEHAN ALÇI/HABERTÜRK

“Gerçek bir hukuk reformu demek Osman Kavala ve Ahmet Altan’ın özgürlüğüne kavuştuğu bir Türkiye demektir.

18 Aralık’ta 3 yıldır devam eden mağduriyetin nihayet giderileceğine ve Kavala’nın mahkumiyetinin sonlanacağına inanıyorum. Hem Osman Kavala’nın hem de Ahmet Altan’ın tahliye edilmesi gerektiğinde lütfen uzlaşalım artık. Bu konuda sadece hükümet değil muhalefet çevrelerine de seslenmek istiyorum. Maalesef özellikle Ahmet Altan’ın tahliye edilmesine ısrarla kimi muhalefet çevreleri direniyor. Hükümetten her gün kendisi için daha çok özgürlük isteyen muhaliflerin önemli bir bölümü 70 yaşındaki Ahmet Altan demir parmaklıklar ardında yaşlanmaya devam etsin diye uğraşıyorlar. Bu da çok trajik ve üzücü bir durum.

Tüm bunlar çok anormal bir manzara oluşturuyor sevgili okurlarım!

Beklenmedik beraatlerin hemen ardından Osman Kavala bu sefer de 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünün içinde olmaktan gözaltına alındı. Çıkmasıyla girmesi bir oldu.

Hakkında beraat kararı verilen bir isim tahliye edildiği gün nasıl olur da apar topar, yeniden ve başka bir soruşturma gerekçesiyle gözaltına alınabilir?

Bu, 'Kavala’yı ne pahasına olursa olsun salıvermeyeceğiz’ mantığından başka bir anlama gelir mi? Bakın bu gece oturdum, devlette kritik konum sahibi olarak yakın tanıdığım herkesi aradım. Kimi güvercin, kimi şahin olan bu yetkililerin tamamı tek noktada uzlaşıyordu: Böyle bir yargı düzeni ve adalet sistemi olmaz, olamaz! Herkes şaşkın. Herkes mutsuz ve rahatsız. Devletin içinde, Kavala’dan hiç hoşlanmayalar dahil hepsi bu tabloyu tuhaf buluyor.”

CEM KÜÇÜK/TÜRKİYE GAZETESİ

“Daha önce bu köşede çok yazdım çizdim. Osman Kavala da Ahmet Altan da cezalarını çektiler. Milletin vicdanında da mahkûm oldular. Ahmet Altan 4 yıldır içeride. Cezasını tamamladı. İçeride yatmasının bir manası yok. Yurt dışı yasağı koyarsın olur biter...

Aynı şekilde Osman Kavala da öyle. Önce Gezi'den alındı. Ancak hakkındaki iddianamede somut hiçbir şey yoktu. Mahkeme bir şey bulamayınca bu defa 15 Temmuz'dan tutuklandı. Kavala hakkında Avrupa, Gezi vb. birçok şey söylenebilir ama 15 Temmuz dediniz mi kimseyi ikna edemezsiniz. ’15 Temmuz'un madem içindeydi mahkeme tutuklamak için niye 3 sene bekledi?’ diye sorarlar adama...

26 Temmuz 2019'da bu köşede yazdım. Osman Kavala, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan cezalarını çektiler ve içeriden çıkmalılar. Nazlı Ilıcak çıktı. Hükûmet yargı konusunda gerekenleri söyledi. Top artık yargıçlarda. Osman Kavala ve Ahmet Altan'ı bırakın. Türkiye göreceksiniz rahatlayacak. Döviz ve ekonomi bu tahliyelere olumlu tepki verecektir...

Türkiye'nin ve AK Parti'nin sakinliğe ihtiyacı var, kavgaya değil. Elbette gereken siyasi mücadele gene yapılır. AK Parti dış politikada devrim gibi işlere imza atıyor. Libya, Kıbrıs, Azerbaycan meselelerinde Türkiye sonuç aldı. Ermenistan'ı yenilgiye uğratan biziz. Libya'da Sarrac devrilmediyse sayemizde...

İçeride yeni dönemde kaydedeceğimiz gelişmeler dışarıdaki mücadelemizi daha da haklı kılacaktır.”

MÜYESSER YILDIZ/ODATV

Kimden gelirse gelsin yargıya müdahale olmamalı diyen Müyesser Yıldız yazısını şöyle bitirdi;

Ya şunları nereye koyacağız?

Bizzat Erdoğan, daha dava sonuçlanmamışken, Osman Kavala için şöyle hükümler vermedi mi?

Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu anda içeride. Onun arkasında kim var? Meşhur Macar Yahudisi Soros. Suçu olmayanı niçin kalksın da yargımız içeri alsın? Suçu olmayan herhangi bir şeye karışmamış olanı ne için kalksın da bizim yargımız içeri alsın?”

Bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir, ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar.”

Osman Kavala denen kişinin karısı da bu provokatörlerin içinde yer alan bir kadındır. Böyle nadide bir üniversitemizi, ‘Alın istediğiniz gibi karıştırın’ mı diyeceğiz?”

TBMM Başkanı Bülent Arınça’a tepki gösterirken, “Neymiş, filancalar filancalar, niye hala hapisteymiş. Bunları herhalde ödüllendirecek halimiz yok. Hatta daha da tabii ileri gidip bu teröristlerden birinin yazdığı kitabı herkesin okumasının tavsiye edilmesi hakikaten beni rencide etmiştir. Kitabını herkes okusun denilen kişi, elinde binlerce Kürt kardeşimin, askerimin, kanı olan bir terör örgütünün siyasetçi maskesi takmış savunucusudur.” diyen Erdoğan değil miydi?

Erdoğan, Amerikalı Papaz Brunson’la ilgili davada da en baştan hüküm vermedi mi?

Metin İyidil hakkında İstinaf’ta beraat ve tahliye kararı verilince Erdoğan, kameralar önünde şu açıklamayı yapmadı mı?

Bu yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü bir adım olmuştur ve ilginç olan şey şu, tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik… Sağ olsun Adalet Bakanlığı’mız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar ve en kısa zamanda İçişleri Bakanlığı’yla beraber yaptıkları operasyonla da yakaladılar. Tekrar kendi cezai müeyyidesi uygulanmaya başlandı. Şu anda malum içeride.”

Erdoğan, kumpasların firari savcısı Zekeriya Öz’ü talep ederken, “Almanya eğer vermezse; oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya, bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir” demedi mi?

Yine Erdoğan’ın, “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist” hükmünü verdiği Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel’in tahliyesi tam bir siyasal/yargısal trajedi şeklinde sonuçlanmadı mı?

AKİF BEKİ/KARAR GAZETESİ

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını AK Parti getirmişken ve kararlarının herkesi bağladığı Anayasa’da emredilirken, ‘uymak zorunlu değil’ diye istemediği AYM kararlarına uymamaya mahkemeleri siyaset yönlendirmeseydi...

Erdoğan’ın şiir mahkumiyetinden AK Parti’ye kapatma davasına, AK Partililer geçmişte yargı süreçlerine ve kararlarına karşı ABD’den, AB’den gelen açıklamaları, aldıkları dış destekleri bağımsız yargımıza kabul edilemez baskı ve müdahale saysaydı, uluslararası toplumun demokratik dayanışması kabul edip teşekkürle karşılamasa, bundan memnuniyetle yararlanmasaydı...

AK Partililer, haksız buldukları iç yargı kararlarını geçmişte AİHM’e götürmemiş olsa, uğradıkları hak ve özgürlük ihlallerini dünyaya şikayet edip Avrupa Konseyine taşımaya hep karşı dursaydı...

Kurucu üye olarak Türkiye, Avrupa Konseyinin AİHM kararlarını uygulatmada denetim ve yaptırım yetkisini, yargı süreçlerimiz üstünde söz hakkını tanımamış olsaydı...

Osman Kavala davasında, yargımızı uluslararası hukuka, AİHM kararlarına uymaya çağıran ABD, Almanya ve Fransa dahil 10 ülke büyükelçisine Ankara’nın tepkisi tartışılmazdı.

DENİZ ZEYREK/SÖZCÜ GAZETESİ

Ankara'daki Büyükelçilerin bir davayla ilgili ortak açıklamasını “bağımsız yargısı olan bağımsız bir ülkenin” vatandaşları olarak asla kabul edemeyiz.

Ancak, bu Kavala davasının “siyasi” olduğu ve yargılama sürecinde ciddi hukuksuzluklar ve insan hakları ihlallerinin yaşandığı gerçeğini değiştirmez.

Keşke, hukuk işleseydi, Kavala adil yargılansaydı.

Keşke savcılıklarda, mahkemelerde yaşanan hukuksuzluklara başta Adalet Bakanı Abduhlamit Gül olmak üzere bütün ilgililer tepki gösterseydi de başka ülkelerin Ankara'daki büyükelçileri de işlerine baksaydı!

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ