YA DİYANET KAPATILSIN YA DA CEMAATLER

Bütün tepkilere rağmen ben sözümdeyim tarikat/cemaat ne varsa kapatılsın.

Ha, onları kapanmıyorsa, diyanet kapatılsın.

Geçen yazdım, evet Atatürk kapattı ama biz Atatürk’ün hep yasakçı tavrına baktık da getirdiği alternatifleri konuşmadık veya konuşturulmadık.

Atatürk’ün neden kapattığını ve karşılığında getirdiği alternatifleri değerlendirip işin içyüzünü görmezden geldik.

Malumunuz Atatürk Diyanet’i, kapattığı tekke, zaviye, cemaat, tarikat gibi unsurların resmi alternatifi olarak kurdu. Din eğitimi, öğretimi ve hizmetlerinin resmi kanallarla yapılmasıydı amaç…

Atatürk, tekke, zaviye gibi unsurları kapatırken, din eğitimini Diyanet ve Milli Eğitim’e bağladı.

Atatürk, iddia edildiği din ve Kuran’ı yasaklamadı aksine öğrenilmesini ve yaşanmasını teşvik ederek resmiyete bağladı.

“Her fert dinini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir” diyerek adres verdi.

“Millete/köylüye okumak yazmak ve vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki malumat vermek maarif programımızın ilk hedefidir” diyerek eğitim sisteminin rotasını çizdi.

Zamanla her iki kurum da dinin yaşanması ve öğretilmesi hususunda zayıf kaldığı için yeniden hortladı tarikat, cemaat, tekke türü unsurlar…

Dolayısıyla ya Diyanet asli işlevini yerine getirmeli, bu unsurlar kapatılmalı ya da Diyanet kapatılmalı, bütün bu unsurlara yol verilmeli…

Bakın, geçtiğimiz hafta yüreğimize oturan bir haberle bir kez daha sarsıldık. Genç bir tıp öğrencisi kardeşimiz, Enes Kara canına kıydı.

İntihar sebebini bizzat kendi ağzından dinledik. Kaldığı cemaat yurdunda yaşadıklarını, bundan sebep boğulduğunu, yaşama arzusunu kaybettiğini bir ders niteliğinde anlattı.

Peki dersimizi aldık mı? Ya da alacak mıyız?

Bu kafayla gidersek, sanmıyorum.

Çünkü iktidar olayın sadece taziye kısmıyla ilgilendi, her zaman olduğu gibi…

Bir acı yaşanmıştı ama iktidar kanadından bir daha yaşanmaması için herhangi bir tedbir alınacağına dair tek bir işaret görmedik.

Muhalefete gelince…

Kılıçdaroğlu, benim gibi açık ve net kapatılsınlar demedi. Belki de oy kaygısı olaya neşter vurucu sözler etmesini engelledi, bilemem.

Kendisine, neden yeterli tepki vermediniz diye sorulduğunda “Eleştirilere elbette saygım var ama ilgisi yok. Bir iki nedenle hassasiyet gösterdim. Birincisi bilim insanlarının, psikiyatristlerin, psikologların bu tür olayların yazılması, dillendirilmesi konusunda uyarıları var. Bilimsel makaleleri var. Ben bilim insanlarının uyarıları konusunda hassasiyet gösterdim. İkinci olarak da çok acı, çok üzücü, yürek parçalayan bir olayı hemen sıcağı sıcağına siyasete konu etmeyi etik bulmadım. Hepsi bu. Yoksa ben oy kaygısıyla gerçekleri söylemekten çekinmem. Bugüne kadar da hiç çekinmedim. Doğru bildiğimi söyledim, söylemeye de devam edeceğim” dedi.

“Tarikat ve cemaatlerin gençler üzerinde kurdukları baskıyla, dayattıkları inanç ve yaşam tarzıyla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?” sorusuna da “Biz düşünce ve inanç özgürlüğüne saygılıyız. Gençler istedikleri gibi düşünme, istedikleri gibi inanma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Ancak Enes’in anlattığı gibi gençlerimize düşünce ve veya inancın zorla dayatılmasına da sonuna kadar karşıyız. Gençlerimiz özgür ortamlarda, güven içinde arkadaşlarıyla konuşabilmeli, tartışabilmeli istediği düşünceyi, inancı dile getirebilmeli, yaşayabilmeli. Hiçbir baskıyla, müdahale ile karşılaşmamalı. Biz gençlerimize özgürlük vaat ediyoruz ve bunu sağlayacağız. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Gençler bu ülkenin geleceğidir. Onları özgürce yetiştirmek, istedikleri düşünceye, inanca, yaşam tarzına sahip olmalarını sağlamak, bilimsel eğimle donatmak bizim görevimizdir” cevabını verdi.

Benim anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu, cemaat ve tarikatların kapatılmasından ziyade, onlara olan ilgiyi azalmanın çözüm olacağı kanaatinde…

Saygı duyarım…

Ancak bence, kangrene dönüşen bir unsura neşter vurmaktan başka çare yoktur.

Sosyal kanserleri, kısa vadede koparıp atmak, kapatmak ama uzun vadede eğitim yoluyla tekrar nüksetmesini engellemek en iyi çözümdür, diye düşünüyorum.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener genç yaşlarında hayatını kaybeden Enes Kara, Raziye Oskay ve Dilara Yıldız’ı bir arada değerlendiren bir açıklama yaptı.

Açıklaması daha ziyade bir çağrıydı.

“Sayın Erdoğan’a bir çağrıda bulunmak istiyorum. Artık yeter. Bu ölümlerin artık durması gerekli. Senin de çocukların var, senin de torunların var. Bu ölümlere benim üzüldüğüm gibi senin de üzüldüğünü biliyorum. Bunun siyasi bir yanı yok. Her hafta çocuklarımız ölüyor. Her hafta gençlerimiz ölüyor. Her hafta kadınlarımız ölüyor. Ölümlerin ardından tweetler atmak yetmiyor. Kaybettiğimiz her gencin ardından üzüntü beyanlarında bulunmak yetmiyor. Katledilen her kadının ardından ağıt yakmak yetmiyor. Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim. Bu ülkenin lügatından kadın ölümlerini, genç ölümlerini silelim. Ben ve partim açık yüreklilikle her türlü katkıyı vermeye hazırız. Yeter ki artık çocuklarımız ölmesin. Yazıktır.”

Ali Babacan’ın “Beğenmedikleri her şey kapatılsın istiyorlar” tepkisi izaha muhtaçtı.

Haberi manşetten takip edip içeriği okumaya üşenenler ‘Tabi ya, kendisi de muhafazakar, cemaatlerle iç içe, elbette kapatılmasına karşı çıkacak’ yorumları yaptılar.

Tamam, haberin belki de kasıtlı kırpılan yani verilmeyen kısmına bakınca meramını anlıyorsunuz ama bu ülkede zahmet edip konuşmanın aslını araştıracak kaç kişi var?

Ben derinlere indim ve Babacan’ın asıl meramını öğrendim.

Yetmedi bir de kendisi de eski bir eğitimci olan DEVA Partisi Adapazarı İlçe Başkanı Ahmet Özkan’a sordum, teyit ettirdim…

İlk sözü: “Erol bey, konuşmalarımızın içinden istedikleri bölümleri cımbızla seçip alıyor, konuşmanın insicamını özellikle bozuyorlar” oldu.

İyi o zaman, dedim, anlat da noktasına dahi dokunmadan aktaralım.

Anlattı…

Biz diyoruz ki; Cemaatler ve tarikatlar, bu toprakların yüzlerce yıllık bir geleneği.

Kapatmakla, yasaklamakla hiçbir şeyi çözemezsiniz.

Yasakladığınızda kayıt dışına çıkarlar, daha gizli saklı olurlar.

Yasakçı bir zihniyetle yüz yılların geleneğini yok edemezsiniz. Bir araya gelip ibadet yapacaklarsa ya da bir şeyler yapmak istiyorlarsa bunu gizli saklı yapmaya başlarlar.

Çözüm kapatmak değil, denetlemek…

Devletin denetim fonksiyonunun adil bir şekilde sürekli devrede olması gerekiyor.

Ve bunun yanında Devletin bu yapılarla herhangi bir özel ilişkiye asla girmemesi gerekiyor.

Devlete nüfuz etmek, devleti yönetmeye çalışmak, devlet yönetiminde etkili olmak, devlet gücünden hisse almak gibi işlere girdiği zaman devletin ‘Orada dur’ demesi lazım.

Siz ehliyeti, liyakati, adaleti, fırsat eşitliğini getirin; cemaatler zaten kendi alanlarında kalacaktır. Devlet tarafındaki yanlışlıklar, cemaatler tarafındaki yanlışlıkları bir bakıma besliyor.

Genel Başkanımızın ifadesiyle; “Almışlar ellerine bir çekiç, gördükleri her şeyi çivi sanıp saldırıyorlar. Bu ülkede kapatmak dışında başka bir çözüm önerisi yok mu?”

Genel Başkanımız Ali Babacan, kendisi de üç çocuk babası ve sokaklarda çok sayıda liseliyi, üniversiteliyi dinleyen biri olarak şu an gençlerin neler hissettiğini, yaşadığını gören biri olarak konuşuyor.

Bildiklerini, yaşadıkları ve gördükleriyle kıyaslayarak konuşuyor.

Malumunuz, Rahmetli Enes’in son konuşması, mevcut durumun ifşasıydı.

Kötü yönetim nedeniyle hayalleri elinden alınan, yarınları ipotek altına alınan gençlerin, sistematik bir şekilde dışlandığı bir düzenin ifşasıydı.

Kantinde bir çay içemeyen, kitap almaya harçlığı yetmeyen, arkadaşlarıyla bir kafede oturamayan gençlerin hapsedildiği hayatın ifşasıydı.

Bugünkü iktidarın kötü politikaları yüzünden gençler sadece fakirleşmiyor. Gençler mutsuzlaşıyor. Gençler umutsuzlaşıyor. Gezmek, gülmek, sinemaya konsere gitmek çoğu gencimizin gündemine giremiyor bile. “Yarın ne yiyeceğim” diye düşünüyorlar.

İşin daha acı tarafı dertlerini de anlatamıyorlar,

Durumlarından şikayetçi olmaya bile çekiniyorlar.

Hem kendilerinin hem ailelerinin başına bir şey gelmesinden korkuyorlar.

“Yarın öbür gün kamuda işe girmek istersem mülakatta elenirim” diye endişeleniyor.

Oysa ekonomik kriz ve ülkede gelir dağılımının bozulması en çok da gençlerimizi etkiledi.

Ancak geldiğimiz nokta da maalesef Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman, maddi durumu iyi olan ailelerle, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında böylesine bir eşitsizlik asla oluşmamıştı.

Benim öğrencilik ve öğretmenlik zamanlarımda güçlü Anadolu liseleri, güçlü fen liseleri vardı. Anadolu’nun Trakya’nın bağrından kopup gelen gençler, oralarda eğitilirlerdi ve iyi okullara girerlerdi. Her gelir seviyesinden gençler en iyi üniversitelere girebilirdi.

Şimdi ise özel ders almayan öğrencilerin puanı yüksek üniversitelere girmesi çok zor artık. Ortada büyük bir haksızlık var. Büyük bir adaletsizlik var. Ve bunun bedelini ülkemizin göz bebeği bir nesil ödüyor, gençler ödüyor. Ama ülkeyi yönetenler, bunları çözmek yerine, gençlerin sorunlarına kulak kabartmak yerine, sabah akşam onlara hakaret ediyorlar. Gençler de çareyi ülkeden kaçmakta arıyor. Belki az sayıda gencimiz kaçıyor da. Ülkeden kaçamayan, içinde olduğu cendereyle baş etmeye çalışıyor. Ağır bir depresyon yaşanıyor.

Bütün bu sorunların yumağında olan gençlerin, sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmeden, bu sorunlardan beslenen, gençlerin bu sorunlarını istismar eden gruplara yaklaşılmaması tavsiyesi havada kalır.

Önce gençleri muhtaç halden kurtaracaksınız ki gençler bu muhtaçlıktan beslenenlere yönelmesin.

Gençlik bunalımda…

Bugün bu hükûmet, kendi evlatlarına ağır bir depresyon sunuyor.

Nihayetinde, gitmek isteyen ama gidemeyenlerin ülkesi oldu Türkiye şu an.

İktidarda bu otokrat ittifak kaldığı sürece başka bir Türkiye mümkün mü?

Genel Başkanımızın ifadesiyle; “20 senedir her geçen gün daha da çok “güç” talep eden ve bunun için koltuğa sarılan Erdoğan artık hangi sorun çözebilir? Olmayacak, yapamıyor. Son 4 yıldır ülke patinajda. Geri geri kayıyor. Özgürlük nosyonu olmayan, hukuk nosyonu olmayan, baskıyı benimsemiş biz zihinle hangi sorun çözülebilir? Hiçbir sorun çözülemez. Tam tersine sorunlar derinleşir ve derinleşiyor.”

İktidar, gençlerin barınma sorununu çözmelidir evet. Ucuz ve nitelikli yurtlara tabii ki erişim sağlamalıdır. Ayrıca özel yurtların da tamamı denetlenmelidir.

Devletin görevi, gençlere kaliteli ve hesaplı yurt imkânı sunmaktır.

İki lafın başında üniversite sayısını artırmakla övünen hükûmet, üniversiteler için yeterli yurt imkanını niçin hazırlamadığını da izah etmek zorundadır.

Neticede ‘kapatılsın’ dediklerimiz de birer kurum. Peki başka bir çare yok mu? Mesela doğru dürüst politikalarla kuralların işlemesini, kurumların iyi çalışmasını sağlayamaz mısınız?

İşte ülkeyi ve toplumu, bu iki taraf arasındaki sıkışmışlıktan kurtarmamız lazım.

Ortada bariz bir zihniyet ve yaklaşım sorunu var. Dünyada hiçbir fikir yasaklarla yok edilememiştir. Tam da bu sorun nedeniyle Enes’in söylediklerine kulak vermek zorundayız. Çünkü Enes’in sözlerinden anlıyoruz ki; Enes ailesinden şikayetçi, okulundan şikayetçi, kaldığı yurttan şikayetçi. Enes ülkesinden şikayetçi, ülkesinden. Bu ülke ona umut veremedi. Eğer ailesinde, ülkesinde, yurdunda onu dinleyecek birilerini bulsaydı, belki de bu kararı almayabilirdi.

İşte biz bu yüzden dinlemenin öneminden sıkça bahsediyoruz. Önce dinleyelim, anlayalım sonra söyleyeceğimizi söyleyelim diyoruz.

O yüzden gençleri biz her zaman dinliyoruz. Çünkü gençleri, arkaik kavgalarla umutsuzluğa mahkûm edemeyiz. Bu kavgalar sorunu çözmüyor. O yüzden biz birbirinin izdüşümü bu iki otoriterliği de reddediyoruz.

Bu ülkenin gençleri kendini güvende hissetmeden hiçbirimiz özgür olmayacağız. Liseli arkadaşlarım, kendini huzurlu hissetmeden hiçbirimiz özgür olmayacağız. Üniversiteli arkadaşlarım kaygılarından kurtulmadan hiçbirimiz özgür olamayacağız. Fikirlerine ve isteklerine göre hareket edemeyen; ekonomik çıkmazların esiri olmuş milyonların olduğu bir yerde özgür olamayacağız. Biz işte bu çaresizliği de reddediyoruz. Çünkü bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları bu mutsuzluğu hak etmiyor.

Biz DEVA Partisi olarak, başta özgürlük olmak üzere, hukuktan eğitime, ekonomiden dijital politikalara, sağlıktan çevreye tüm alanlarda çalışıyoruz.

Bugün gençler, yüksek enflasyon nedeniyle cebinde harçlık olmadan yaşıyor. Biz, ekonomiyi hızla düzelteceğiz. Gençler, üniversite bitirseler de bitirmeseler de iş bulamıyorlar. Biz, istihdam imkanlarını artıracağız.

Teknolojiye erişemiyorlar. Biz tüm ülkeyi geniş fiber optik altyapısına kavuşturacağız. Ucuz ve hızlı internet hizmeti sunacağız. Teknoloji ürünlerinin lüks değil, zorunluluk olduğunu bildiğimiz için, bu ürünlerdeki vergi yükünü gençler için azaltacağız. Öğrencilerin barınma sorununu hızla çözeceğiz. Sadece belli başlı şehirlere değil, ülkemizin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her yere fırsat eşitliği getireceğiz. İyi eğitim, nitelikli eğitim, ülkemizin dört bir yanında olacak. Gasp edilmiş tüm özgürlükleri iade edeceğiz. “Su küçüğün söz büyüğün” değil, “Hem su hem söz sizin” diyeceğiz. “Başımıza icat çıkarın” diyerek, tüm genç girişimcileri destekleyeceğiz. “Olmaz öyle saçma şey” diyenlere inat, gençlerin hür düşüncesinin peşinde koşacağız. Çünkü biz gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği, tüm dünyadan gençlerin “ya şöyle bir 3 ay, 6 ay, 1 sene kalsam” dediği bir Türkiye’yi inşa edeceğiz. Biz, gençlere rağmen veya gençler için değil, gençlerle beraber buradayız. Gençlerle beraber bu yolu yürüyoruz.