Kaçar, açıklamasında şu ifadelere yer verdi; 

"Salgının başından beri hayatını kaybeden öğretmen sayısı 100’ü geçmiş ve son bir haftada Türkiye genelinde 14 meslektaşımızı salgın nedeniyle maalesef kaybetmiş bulunuyoruz. Biz bu önlenebilir ölümlerin engellenmesi için gereken “yaygın olarak aşılanma, yüz yüze eğitime ara verilmesi, yüz yüze sınavların iptal edilmesi” gibi taleplerde bulunmuşken; işte bu son hafta içinde birbiri peşine öğretmenlerin özlük, ekonomik ve güvenceli çalışma haklarına yönelik üç gelişme yaşandı.

Önce tasarının kendisinin ve meclise getirilme biçiminin de bir hayli tartışmalı olduğu, “Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yasa tasarısına” öğretmenlerin de dahil edilmesi yaşandı. Öğretmenler zaten hali hazırda mesleğe başlarken savcılıklardan sabıkalarının olmadığına dair bir belge (sabıka kaydı) alarak göreve başvuru yaparlar. Kayıtları sorunlu olanlar işe başlayamazlar. Meslekteki öğretmenler de görevleri sırasında bir suça karışırlarsa 657 sayılı DMK hükümleri doğrultusunda gerekiyorsa meslekten uzaklaştırılırlar. Bu rutin uygulamanın dışındaki yeni getirilen güvenlik soruşturması; “herhangi bir hukuki kriter olmaksızın öğretmenlerin mesleğe alınmamasını ya da görevdeki öğretmenin keyfi olarak işine son verilmesi” anlamına gelmektedir. Kadrolaşma ve iktidara yakın olmayan öğretmenlerin fişlenmesi dışında hiçbir amacı olmayan bu düzenleme derhal geri alınmalıdır.

Bu gelişme öğretmenler arasında tartışılmakta ve rahatsızlıklar dile getirilmekte iken, öğretmenlerin iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik bir gelişme daha yaşandı. Anayasa mahkemesi sözleşmeli öğretmenlik ve öğretmen alımlarındaki sözlü sınavların (mülakat) anayasaya aykırı olmadığına karar verdiğini açıkladı. Bu karar şu anlama geliyor; idare nesnel ölçülebilir kriterler olmadan öğretmen alabilecek (kadrolaşma) ama yanılmışsa ya da fikrini değiştirişe, öğretmen kadrolu olmadığı, sözleşmeli olduğu için kolayca işten çıkarabilecek. Hele de yukarıda bahsettiğimiz tasarısı yasalaşırsa gerekçe bile göstermeksizin kolayca istemediği öğretmeni işten çıkarabilmesine imkan tanıyan  ve daha önce anayasa mahkemesi tarafından pek çok kez iptal edilen bu kararın da geri alınmasını bekliyoruz.

Tüm bu olumsuz gelişmeler yaşanırken biz öğretmenler doğal olarak üst kurumumuzun yani bakanlığımızın buna itiraz etmesini, personelini, öğretmenlerini kollamasını gözetmesini beklerken MEB bambaşka bir gelişmeye imza attı. Hafta sonu kısıtlamasına saatler kala; “Öğrencilerin derse katılmaması halinde öğretmenlerin ders ücretlerinin kesilmesi” yönünde bir genelge yayınladı. Aksi yönde birden çok yargı kararı varken, “öğretmenlerin kendi inisiyatifleri dışında ders yapılamayan hallerde, üzerine tanımlı ders görevlerini ve varsa ek ders görevlerini yerine getirmiş sayılırlar” hükmündeki toplu sözleşme kararı varken, buna karşın öğrencilerin uzaktan eğitime devam zorunluluğunun bulunmadığı bu süreçte bakanlığın böyle bir yazı çıkarması öğretmenlerde derin bir infial yaratmıştır. Öğretmenlerin büyük bir bölümü “Bakanlık bizi düşman olarak mı görüyor?” duygusuna kapılmışlardır.

Oysa bu gün salgın sürecinde eğitim hizmetleri, bakanlığın her türlü plansız ve olumsuz uygulamasına ve yaptığı her açıklamada oluşturduğu kaosa rağmen öğretmenlerin fedakarca çabası ile sürdürülmektedir. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin had safhada olduğu bu süreçte interneti ve tableti olmayan veya yetersiz olan tüm öğrenci ve öğretmenler bin bir zorluk içinde eğitim faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Gerekli eğitim ortamını, eğitim araçlarını ve olanakları yarat(a)mayan bakanlık, derse katılımın zorunlu olmadığı bu süreçte öğretmenlerin emeğine göz dikmiştir. Öğretmenler işinin başındadır. Bakanlığı bu hukuksuz genelgeyi bir an önce geri çekmeye davet ediyoruz.  Bütün meslektaşlarımızı ve eğitim emekçilerini bütün bu hukuksuzluğa karşı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz."

Editör: TE Bilişim