Dün, diktatörlerin ‘Cadı Avı’ stratejisi ile muhalifleri ve rakiplerini şeytanlaştırmak suretiyle nasıl yok ettiğine dair gereksiz bilgiler yazmış, ‘Cadı Avı’nın ABD türevi “McCarthizm” olayını bugüne bırakmıştım.

1950’lerin Amerika’sıydı.

McCarthy de Wisconsin Eyaleti Cumhuriyetçi Parti Senatörü…

Yaptıklarıyla, güç ve iktidar arzusunun, bir insanı nasıl çılgınlaştırdığının en önemli örneğiydi.

Hayatı boyunca girdiği her seçimde yalanlara ve sahte belgelere başvurmuş, ülkesinde “Cadı avı” başlatarak, “Komünist” diye birçok dürüst Amerikalının politik hayatlarını sona erdirmiş, sahte belgelerle bazı insanları idam ettirmişti.
Amerikan hükümeti, işine geldiği için, bu adamın “Cadı avı”nı desteklemiş, Amerikan Komünist Partisi liderlerinin mahvedilişini seyretmişti.

Sadece hükümet değil elbet ‘Susma! Sustukça sıra sana gelecek’ gerçeğinden bihaber olan toplumun farklı kesimleri ve farklı düşünce sahipleri de ‘nasılsa biz Komünist değiliz’ anlayışıyla olup biteni seyrettiler.
O dönemde Amerika’da sanal yani icat edilen düşman: Komünizmdi…

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kimi çevreler Sovyet tehdidi ve Sovyet ajanlarının ülkedeki varlığından ve gizli tertiplerinden dem vurmaya başladı.

Bu gerekçe ile 29 haziran 1940’da Amerikan kongresi, Amerikan hükümetinin devrilmesini savunmayı ve bunun propagandasını yapmayı suç haline getiren bir yasayı kabul etti.

Bu yasayla birlikte, ülkedeki komünist hareketleri araştırmak Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC) kuruldu.

Haliyle ‘cadı avı’ başladı. Politikacılar için rakiplerini ve muhaliflerini yok etmek artık işten bile değildi.

Dönemin en iyi cadı avcılarından olan McCarthy, bu fırsatı kaçırmadı, yalan suçlamalarıyla, sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere kadar binlerce insanının hayatını kaydırdı.

Bir ihbar yetiyordu. Şahide, öyle uzun boylu delillere falan gerek yoktu.

İddia makamı -bunu bir yerden hatırlıyorum ama hah Nazi Almanya’sıydı galiba- iddiasını ispat etmek zorunda değildi, iftiraya uğrayan suçlanan insanların suçsuzluğunu ispat etmeleri gerekiyordu.

Ve her zaman olduğu gibi ihbar mekanizması hızlı çalışıyor, eş/dost/arkadaş satıp kurtulma mekanizması orada da işliyordu.

“Cadı avı” sırasında bütün tanıklardan Komünist Parti’ye üye olup olmadıklarını, üye iseler, diğer üyelerin isimlerini ve artık bu işleri bıraktıklarını söylemeleri ve komite üyelerine artık yalnızca Amerikan çıkarları için çalışacak birer tövbekar olduklarını kanıtlamaları istendi. Sorulara yanıt vermeyi reddeden onlarca Hollywood çalışanı ya hapse atıldı ya da sürgüne gitmek zorunda kaldı. İşlerinden olmak ise, hepsinin ortak kaderiydi. Komitenin karşısına çıkıp arkadaşlarının isimlerini birer birer sayanlar, kariyerlerine kaldıkları yerden devam ettiler.

“Cadı avı” sırasında, birçok Hollywood sanatçısı ve yazar, ya hapse atıldı, ya da sürgüne yollandı. Bunların arasında Charlie Chaplin, Arthur Miller, Bertold Brecht, Orson Welles gibi dünya çapında ünlü isimler de vardı.
Bu karanlık dönemde işlerinden atılan ve uzun yıllar işsiz kalan gazetecilerin, yazarların, sanatçıların haddi hesabı yoktu!
“Cadı avı” sonucu “Julies Rosenberg ve Ethel Rosenberg” adındaki bir karı-koca, komünistlere casusluk yaptıkları iddiasıyla elektrikli sandalyede idam edildi. Son sözleri “Biz sosyalistiz ve suçsuzuz” oldu.
Eline güç geçince, fikir ve düşünce özgürlüğünü yok etmek için her türlü zulmü yapan bir politikacı olarak hatırlanan McCarthy, içki problemlerine yenik düşerek 1957 yılında siroz hastalığından öldüğünde 49 yaşındaydı.
İlginç olan, bu sadist ruhlu insanın yaptıkları değil, yapmasına milyonlarca kişinin seyirci kalmasıydı.

“McCarthy” şimdi Amerika'da lânetle anılıyor ama ne yazık ki, günümüzde birçok ülkede onun ruhu hâlâ dolaşıyor.

Bugün pek çok ülkede, önce kişi veya kurumlar şeytanlaştırılarak sanal düşmanlar icat ediliyor.

O düşmanın ‘darbe’ yapacağı, iktidarı ve haliyle devleti eline geçireceği üzerinden ne kadar tehlikeli olduğu algısı yaratılıyor.

O düşmanla mücadele etmek için mevcut yasaların yeterli olmadığı hatta parlamentonun bile ayak bağı olduğu gerekçesiyle (Almanya’da olduğu gibi) diktatörün önünü açan, diktatöre bütün muhaliflerinden kurtulma imkanı veren yasal düzenlemeler yapılıyor, tek adama inanılmaz yetkiler veriliyor ve tek adam da çıkardığı kararnameler ile sözde düşmanı temizleme adına büyük bir ‘cadı avı’ başlatarak bütün rakiplerini ve muhalifleri sindiriyor, susturuyor ve düzenini koruyor…

Yine, sizi ilgilendirmeyen lüzumsuz bilgi ile başınızı ağrıttım, af ola!!!