Yemeklerini yiyip masadan kalktılar. Şaraplarını kanepede içmeye devam ettiler. Kadeh tokuşturup birbirlerine güldüler, öpüştüler. Sonrasında sımsıkı sarıldılar. Karşılıklı seni seviyorum sözlerinden sonra kadın, adamın elinden tutup yatak odasına götürdü.

   Sabahın ilk ışıkları odanın tavanına vurduğunda adam uyandı. Tek kişilik yatağında her zamanki gibi tek başına yatıyordu. Gördüğü bu rüya o kadar etkiliydi ki bir süre yatakta kalarak tavanı izledi. Zaten rüyalar insanların en mutlu olduğu anlar değil miydi? O da bu anın her saniyesini dolu dolu düşündü. Yataktan kalktı ve yüzüne soğuk bir su çarptı. Bu su onu rüyalar aleminden gerçek dünyaya getirdi. Aslında insanlar için bu kadar kısa ve basitti boyut değiştirmek.

    Buz gibi soğuk bir havada iş yerine doğru yürüdü. Vardığında yine ilk ofise gelen o olmuştu. Bu durumdan hiç şikâyetçi değildi. Masasına oturdu ve dünden kalan işleri yapmaya başladı. Yavaş yavaş diğer çalışanlar ofise geldiler. En sonunda da o geldi. O, ofise girip masasına oturana kadara onu kaçamak ve sevgi dolu bakışlarla izledi. Bugün de çok güzeldi. Her gün olduğu gibi gülümseyerek günaydın dedi. Adam da heyecanla az çıkan sesiyle günaydın dedi. İlgi artık sevgiye dönüşmüştü. Sevgi o kadar saf, basit ve masumdu ki bir insan uzaktan ancak bu kadar sevilebilirdi.

   Adam kadına açılamamıştı. Söyleyememişti duygularını ve ona ilk görüşte âşık olduğunu. Anlatamamıştı onu rüyalarında gördüğünü, sürekli onu hayal ettiğini. Aslında o kadar utangaç, çekingen biri değildi ama işte elini, kolunu, dilini bağlayan şeyler vardı. Bir de kendinden bu kadar farklı özellikleri olan birine âşık olma korkusu yaşıyordu.

   Adam bu konuyu arkadaşlarına hiç bahsetmese de arkadaşları durumu az çok anlamışlardı. Onlar da çoğu insan gibi doğru bildikleri bir konuyu doğrulatmaya çabalıyorlardı. Ama adam ser veriyor sır vermiyordu. Arkadaşları sorular sordukça ustaca o sorulardan kaçıyordu aslında hiç sevmediği şeyi yaparak farkında olmadan yalan söylüyordu.

   Bir gün iş yerinden bir arkadaşı ile sohbet ederken ağzından kaçırdı gerçekleri. Sözcükler ağzından dökülmeye başladı. İnsan bir kere anlatmaya başladı mı her şeyi anlatmaya başlar. Tüm detayıyla. Arkadaşı da herkesin tahmin edeceği sözü söyledi. ‘’Gidip konuşsana ne duruyorsun?’’ Aslında adam birazda bundan dolayı kimseye anlatmak istememişti bu durumu. Çünkü konu gidip konuşmak, kabul edilmek veya kabul edilmemek değildi. Konu çok farklıydı. İkisi de ayrı dünyaların insanlarıydı. O kadar farklılardı ki birinin sevdiğini diğeri sevmiyordu. Bunun yanında da kadın o kadar güzeldi ki adamın beynindeki, kalbindeki bütün farklılık duvarlarını yıkıyordu.

   Arkadaşına bunu anlattığında yine beklenen, aynı cevabı aldı. ‘’Saçmalama! Sevgi olunca bütün farklılıklar ortadan kalkar.’’ Ama görünen öyle değildi. Sözler söylenirken her şey çok kolaydır ama o sözleri yaşarken gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır insan. Gerçekler de çoğu zaman iyi davranmaz. Kadın farklı, adam farklı. Adam seviyor, kadın bilmiyor. Büyük bir çıkmazın içinde kalmıştı. Kadına açılmıyordu çünkü beraber olsalar bu farklılıklar onların bir yerde karşısına çıkacak ve bu ilişkinin sonunu getirecekti. O masum sevgiye yazık olacaktı. Hiç açılmasa da içi içini yiyecekti. Belki iki türlü de üzülecekti. O, bu temiz ve masum sevgiyi sakladı. Hiç ses etmedi kadına. Bir şiir yazdı onun için ve bir kitabın arasında kadının resmiyle birlikte sonsuza kadar sakladı…

O kadar farklıyız ki,

Farklı dünyaların insanıyız,

Farklı yaşamların, farklı zevklerin hayatıyız,

Farklı farklı şeyler istiyoruz,

Dünya görüşlerimiz bile farklı,

Kahretsin bu farklılıklar,

Uzaktan seviyorum seni, yanına gelemiyorum,

Hani sevgiler farklılıkları aşardı,

Aşmıyor, aşamıyorum.