Hepimiz için korkunç, unutulmayacak bir geceydi…

Perşembe gecesi, bizim için hiç de sürpriz olmayan gelişmeler yaşanmaya başladığında, bir yandan kendi kaynaklarımdan gelen, diğer yandan sanal alemde uçuşan haberleri teyit etmeye çalışıyor öbür yandan resmi bir açıklama gelecek diye kanal kanal dolaşıyorum.

Sanal alem şehit haberleriyle kaynıyor ama bu kadarını beklemediğim için olsa gerek itibar etmediğim gibi, itibar edilmemesi yönünde telkinlerde bulunuyorum.

Bir şeyler oldu ki güvenlik zirvesi toplanıyor ama olup biteni hala bilmiyoruz.

O ara yandaş kanallar alt yazı geçiyor; TSK harekete geçmiş, 55 tank, 3 helikopter, 18 zırhlı araç, 29 obüs, 21 askeri araç, 4 doçka, 6 mühimmat deposu ve 7 havan imha edilmiş.

Bu resmen savaş demek ve durup dururken olacak bir şey değil bu…

Ve ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyler oldu ki, saldırıyoruz.

Suriye rejimine ait şu kadar güç etkisiz hale getirilmiş, bu kadar bu, şu kadar da şu vurulmuş.

Neden saldırdığımızı ve yine milleti kandırmaya yönelik ucuz algı operasyonlarına maruz kaldığımızı saatler sonra anlıyoruz; Saldırıya uğramışız ve şehitlerimiz var…

Şehit haberlerinden önce, şunu vurduk, bunu indirdik haberleriyle bizi asıl habere hazırlamışlar meğer…

Oysa tek bir şehit, düşmana ait kaç tank, helikopter vesaire eder? Kıyaslanabilir mi?

Ama bu millet hamaseti seviyor, bu millet savaşları bile skora indirgeyebiliyor ya, haliyle önce attıkları golleri söylüyorlar.

Şimdi, şehitlerimize mi yanalım yoksa millet olarak içine düşürüldüğümüz zavallılığa mı, bilemiyorum…

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Saray suspustu. Ne hükümetten ve ne Savunma Bakanından çıt yoktu. Kamera görünce dayanamayan beyefendilerin hiç birisi ortalıkta yoktu.

Bir yandan meraktan çatlıyorsun, öbür yandan sanal âlemde uçuşan yalan yanlış bilgilerle galeyana gelinmesinden korkuyorsun, öyle bir durum…

Sonra nihayet, sanki ona kalmış gibi Hatay Valisi ekranlarda göründü. Belli ki acı ihale ona yıkılmıştı.

Önce dokuz dedi, sonra 22 ve saatler sonra 33 şehidimizin olduğunu öğrendik.

Sonra internetimiz yani dünya ve birbirimizle olan bağlantımız kesildi, kaldık yandaş kanalların yanlı haber ve dolduruşlarına…

Şehit haberi verirken sırıtanları, şehitlerimiz için ‘bir yere gittikleri yok, orası hepimizin gideceği yer’ açıklaması yapan meczupları gördük.

Gün boyu da güya misilleme yapıyoruz, analarını ağlatacağız, pişman edeceğiz anlamında milletin gazını almak babında, Suriyeli mültecilere Avrupa’ya gitmeleri için yol verildi haberleri ve görüntülerini seyrettirdiler.

Bu algı operasyonu bayağı tuttu, şehitleri unutup ‘oh be Suriyelilerden kurtuluyoruz diye sevinenler de olmadı değil. Hiç birinin de aklına, sen sınır kapılarını açtın da karşı taraf onları alacak kadar enayi mi diye sormak gelmedi.

Ama önemli değil, birkaç gün daha milleti uyutacak ve avutacak bir şey buldular neticede…

Bakın, mutlu olmayı haklı olmaya tercih edenlerdenim, haliyle haklı çıktım diye göbek atacak halim yok ama başından beri ne dediysek o oldu.

Keşke olmasaydı ama oldu…

Bela, göstere göstere, geliyorum diye diye geldi!

Günlerdir, askeri uzmanların “Hava desteksiz bir harekât cinayettir” ortak yorumlarını yazıyor, paylaşıyoruz.

Ama karşılığında, “İdlib’de olmamız bir mecburiyet değil, bir mahkûmiyettir” nutukları daha da acısı, “Şehitler tepesi boş kalmayacak” cinsinden hamasi nutuklar dinliyoruz.

Arkadaş, şehitliğin ne manaya geldiğini bilmeyenlerden değiliz.

Ama bu vatan evlatları neden, niye, ne için kırılıyor, karşılığında ne kazanıyoruz diye sormayalım mı?

Mehmetçiklerin canına kast eden taktik hataların hesabını sormayalım mı?

Hava desteği olmadan bir başka ülkenin toprağına binlerce asker sokmak, onları bile bile ölüme götürmektir, diye uyarmayalım mı?

İkide bir ‘Türkiye’nin güvenliği şuradan başlar’ diye oraya buraya asker göndermenin mantıklı bir gerekçesini bulamıyoruz ki soruyoruz.

Maalesef ki, her soru, her eleştiri, her uyarı şehitlik hamaseti ile gümbürtüye getirilip unutturuluyor.

Soru soranları, uyaranları ve sonuçlar alınırken eleştirenleri de algı operasyonlarıyla anında hain ilan edip susturuyorlar.

Daha önceki başlayıp yarım bıraktığınız operasyonları anladık. Güvenlik koridoru oluşturulması gerektiğini de biliyoruz.

Ama İdlib’de ne işimiz var, orada bulunmamızın kime ne yararı var, bilmiyoruz.

Vatan savunması diye geçiştiriliyor ama başkasının toprağında vatan savunması nasıl olur ve o toprağın sahibine kafa tutarak nereye varabiliriz, bilmiyoruz.

Daha düşmanımız bile değil…

Rusya diyemiyoruz, Rusya’nın izni olmadan Esed’in bir mantar tabancası dahi patlatamayacağını bildiğimiz halde, rejimi suçluyoruz da o rejimin hamisine, sahibine, kumanda edenine tek bir laf edemediğimiz gibi, onca şehit üstüne Rusya’nın savaş gemilerinin boğazlarımızdan geçişini izliyoruz.

ABD dost ve müttefik, Rusya ona keza ama Esed katil öyle mi?

Halk arasında buna ‘Eşeğini dövemeyen, semerini döver’ derler.

Ve bu semer dövme işi daha kaç şehidimize mal olacak, bakalım…

Bu arada iktidar, darbe ve fetö olaylarında yaptığı gibi, yine her türlü hatasını, günahını, kusurunu, suçunu millileştirme gayreti içerisinde…

Yancılara bir şey diyemem ama muhalefet bu oyuna gelmemeli…

Bu manada partilerin ortak tepki bildirisi yayınlamaları bence çok anlamsızdır.

Tabii ki bu kara günlerde yekvücut olunmalı, ele karşı birlik, beraberlik görüntüleri verilmeli ama sorumluluk makamını işgal edenlerle ilgili hesap defteri kapatılmamalı diye düşünüyorum.

Evet, acılarımız ortak ama hiç kimse iktidar kusurundan kaynaklanan bu vebale ortak olmak zorunda değil…

Elbet cenazemizi birlikte kaldıracağız ama sorumluluk makamında olanların gaflet ve delaletinin hesabını sormak da boynumuzun borcudur.