Dün elektrikte kayıp-kaçak bedeli üzerinden göz göre göre nasıl kazıklandığımızı yazdık.

“Yıllardır yandaş işadamlarına ait 18 özel şirketin elektrik dağıtım hatlarında kaybı önleyecek yatırımları yapmamasının ve hırsızları yakalayamayıp kaçağı bitirememesinin bedelini dürüst, namuslu vatandaşlar ödüyor” dedik.

İktidarın, halkı değil şirketleri kayırdığının göstergesi sadece kayıp-kaçak kısmıyla sınırlı değil.

Kış/yaz saati uygulamasının sabitlenmesiyle çoğunluğu yandaş olan şirketlere rant elde ettirme çabaları da önemli bir ayrıntı.

Elektrik çok kullanılsın, varsın ülke ekonomisi batsın ama yeter ki o yandaş şirketler sürümden kazansın anlayışı ile yapılan bir uygulama bu…

Hükümet bu icraatını ‘enerji tasarrufu sağlamak’ şeklinde savunuyor ama işin uzmanları aynı fikirde değil.

Nitekim resmi veriler de, bu işten tasarrufun sağlanmadığını, aksine zarar edildiğini ama üretim ve dağıtım şirketlerinin büyük kâr elde ettiği ortaya koyuyor.

Aşağıdaki görselde de görebileceğiniz gibi kalıcı yaz saati uygulamasının devreye girdiği ilk beş ayda Türkiye, yüzde 6'yı aşan elektrik israfıyla 2.8 milyar liralık zarara uğradı.

Elektrik Mühendisleri Odası resmi verilerinde, ortaya çıkan fazla tüketim nedeniyle elektrik üretim şirketleri daha fazla elektrik üretmiş, dağıtım şirketleri de daha fazla elektrik satmış neticede üreticiler ve dağıtım şirketleri kâr etmiş. Ülke zarar etmiş mi etmiş ama kimin umurunda…

Duyarlı vatandaşlar kayıp-kaçak bedelinin halka fatura edilmesi olayındaki gibi bu konuda da yargıya gitti. Danıştay vatandaşı haklı buldu ve uygulamanın iptali yönünde karar verdi.

Ama burası yeni Türkiye olduğu için Danıştay kararı havada kaldı, uygulanmadı.

Bir yandan ülke olarak zarar ediyor öbür yandan çocuklarımızı zifiri karanlıkta okula gönderiyoruz.

Ve bütün bunlar alım garantili santralleri işleten patronlar daha fazla kazansın diye yapılırken, biz ayakta uyumaya devam ediyoruz.

Okur, dünkü yazımız üzerine bir ampul fıkrası göndermiş, konuyla yakından ilgili ve cuk diye oturmuş.

Paylaşalım;

İki kafadar iddiaya girer.

Biri der ki; “Şu ampulü ağzıma sokarım.”

Öbürü itiraz eder, “Mümkün değil, sokamazsın.”

Sığardı, sığmazdı derken, şak diye sokar.

Çenesini olabildiğince açar, duya takılan metal bölümünden tutar, armut şeklindeki cam bölümünü ağzına gayet güzel oturtur.

Ama küçük bir pürüz vardır, geri çıkaramaz!

Öbürü şaşar bu işe… “Nasıl çıkaramaz yahu?” diye düşünür. Başka bir ampul bulur ve kendi ağzına sokar. O da çıkaramaz.

Az daha zorlasalar, ampul ağızlarında patlayacak, ne dil kalacak, ne damak, paramparça olacaklar.

Ne yapsınlar? Biri kağıt kalem bulur. “Hastaneye gidelim” yazar.

Çıkarlar sokağa, ilk buldukları taksiye atlarlar.

Taksici gördüklerine inanamaz, iki kişi, ağızlarında ampul! “Hayrola?” der.

Konuşamazlar, dertlerini yazarak anlatırlar.

Taksici gülmekten kırılır tabii.

“Yahu arkadaşlar” der, “çocuk musunuz siz Allah aşkına, insan böyle bir şeyi dener mi hiç!”

Neyse, gelirler hastaneye, taksici bırakır bunları acil servisin kapısına, derhal ameliyathaneye.

Aradan üç dakika ya geçer ya geçmez, tam acil müdahale başlayacakken, bunları getiren taksici acil servise geri döner. Ağzında ampul!

Bulaşıcıdır çünkü…

İki kafadarı görünce gülmekten karnına ağrılar giren taksici, “acaba hakikaten çıkmaz mı?” diye merak edip, ilk bakkala yanaşmış ve denemiştir.

Ve okurun notu;

“Deneriz, olmazsa çıkarırız dersiniz ama girerse çıkmaz.

Ampul’u denemeyin diye yıllarca yalvardık size! Dinlemediniz.

Elektrik zammı, kayıp kaçak-bedelinin vatandaşa ödetilmesi, kalıcı yaz saati uygulaması da işte böyle bir şeydir.

Kader değildir. Bizzat vatandaşın kendi tercihidir.”

Biz bu ampulü hak ediyoruz yani…