Doğduğundan beri hiç kendi düşüncesini, kendi isteklerini yapamadı. Gerçi kendi isteklerini bilmek için düşünmesi lazımdı fakat o hiç düşünmedi. "Dışarıdakiler ne der? Komşu çocuğu ne yapar? Teyzem, halam ne der?" diye kendine sorarak duruma en uygun hareketi yaptı. Düşünemediği için böylelikle ne bir isteği ne de bir hayali oldu. El âlemden kendisine laf gelmeyince daha iyi hissediyor, aynı zamanda da el âlemin onun arkasından kötü konuşmadığını düşünüyordu. Böyle bir virüstü el âlem virüsü…

Günlerden bir gün yapmak istemediği bir iş karşısına çıktı. İş öyle bir işti ki yapmasa içi rahat edecek ancak diğer taraftan da yapmadığı için el âlem dediği kitle onun hakkında konuşacak, söylenecek ve dedikodu yapacaktı. Oysa bütün hayatı boyunca el âlemi düşünüp ona göre yaşamıştı. Genç yaşında kendisine laf gelmesin diye karşısına ilk çıkanla evlenmiş, tekrar laf gelmesin diye balayında hamile kalmış, sonrasında da üç çocuk sahibi olmuştu. Çünkü bir çocuğu olsaydı el âlem "Bunun kardeşi nerede?" sorardı. Daha fazla kazanacağı iş teklifi aldığında ise şehirden taşınması gerekmiş ancak el alem "Ailesini bırakıp gitti." der diye, iş teklifini geri çevirmişti.

El âlem denilen bu toplumu karşısına almamak, arkasından konuşturmamak için bugüne kadar çok dikkatli davranmıştı. Kendini düşünmemiş onları düşünmüş, kendisi yememiş onlara yedirmiş bunlar da yetmezmiş gibi kendisi gezmemiş onları gezdirmişti. Böyle üstün görüyordu el âlemi…

O gün geldiğinde bütün bu zamana kadar yaşadıklarını düşündü. Daha önce bu kadar ikilem de kalmamıştı. Karşısında sadece bir iş değil hayat değişimi söz konusuydu. İşi kabul edip etmemek tamamen ona kalmıştı ve bu bakımdan kolay bir karardı. Zor olan ise vereceği karar sonrası el âlemin tutumu ne olacaktı? Ya iyi günlerinde değillerse? Kendisi ve ailesi için aldığı bu karar onları mutlu etmezse? Ya başkalarını örnek göstererek, tüh tühler, vah vahlar, cıks cıkslar arasında onun arkasından konuşurlarsa? Tüm bu durumları düşündüğünde gelecek yanıtlardan memnun olmayacak ve dünyası başına yıkılacaktı.

Bir yandan da artık kendisinin karar vermesi gerektiğini düşünüyordu. Özgür, hür iradesiyle kararı verip işi yapmayı ya da yapmamayı tercih etmesini istiyordu. El âlemi umursamamayı, hayatında bir kere olsun kendisi için bir karar verip ‘’El âlem ne derse desin be!’’ deyip karar vermesini istiyordu. Bu düşünce bile ona özgür bir birey olduğunu, bu hayatın onun olduğunu, bu geçen zamanın da kendisine ait olduğunu hatırlatıyor ve heyecanlandırıyordu. Tam bu düşüncelerin mutluluğuna dalmışken bir anda yılların sorusu yine aklına geldi ‘’Peki, ya el âlem ne der?’’

Uzun uzun düşündü. Uykusuz birkaç gece geçirdi. Yolda yürürken, otobüse binerken, arkadaşlarıyla konuşurken, nefes alırken, elini yıkarken her yerde düşündü ve sonunda kararını söylemeye hazırdı. Aslında hâlâ ikilemdeydi fakat bir cevap vermek zorundaydı. Kararını açıkladı. İşi kabul edeceğini söyledi ve içi bir anda olsa rahatladı ve arkasından korkutucu o düşünce geldi ‘’Şimdi el âlem ne diyecek?’’