Vatana ihanet suçlamasıyla cezaevinde tutulan, benim tanıdığım en büyük vatanseverlerden Müyesser Yıldız, oradan bile vatanını savunurken en son yazısında ilk kez kendini yazmış.

Ama onun kendini yazmasında bile vatanı için duyduğu kaygının emareleri var.

“Ülkemiz bu kadar sorunla karşı karşıya kalmışken, kendi durumum ve soruşturmamdan söz edip gündemi meşgul etmek istemiyorum, ama yine mecbur kaldım” diyerek özürle başlayan yazının devamı şöyle;

“8 Haziran’da gözaltına alındım, 11-12 Haziran gecesinde tutuklandım. O tarihten bu yana dosya üzerinde ayda bir yapılan incelemeyle tutukluluğumun devamına karar veriliyor.

Son olarak 10 Ağustos Pazartesi günü aynı karar verildi, ama öyle bir gerekçeyle ki inanamadım, inanamazsınız.

11 Haziran gecesi Başsavcı Vekili şu gerekçeyle tutuklanmamı istedi:

“Soruşturmada gelinen aşama itibarıyla ‘zincirleme olarak devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama’ suçunun yasal unsurlarını oluşturduğuna dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların bulunduğu, delillerin tam olarak toplanmamış olması nedeniyle karartılma ihtimalinin olduğu anlaşılmıştır. Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olayların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur.”

Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliği de tutuklanmama karar verdi. Gerekçe şöyleydi:

“Tape kayıtlarında geçen konuşmaların içeriği, şüpheli Müyesser Uğur’a ait köşe yazılarının içerikleri, dijital materyallere ilişkin rapor içerikleri ve tüm dosya kapsamı birlikte ele alındığında, atılı suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, soruşturmanın devam ettiği, delillerin tam olarak toplanmadığı, bu nedenle serbest bırakılmaları halinde delillere etki etme ihtimallerinin bulunduğu, şüphelilerin eylemlerinin sabit görülmesi halinde almaları muhtemel ceza miktarı da dikkate alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, bu haliyle adli kontrol tedbirlerinin tek başına yeterli kalmayacağı, tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılması nedeniyle tutuklanmalarına karar verildi.”

Oğlumun bilgisayarları ve cep telefonu dahil evde ne varsa imajını dahi almadan el koydular…

Daha o gün “Dijital materyallere ilişkin rapor içerikleri” de ellerinde olduğu halde geçen 2 ayda yasanın açık hükmüne rağmen bunları iade etmediler… Köşe yazıları dedikleri de halen yayında olan 3 haber… Bir de neymiş, “kaçma ihtimalim” varmış. Ben ve kaçmak!.. Her neyse!

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 9 Temmuz’da tutukluluk halinin devamı talebiyle, aylık incelemeyi yapmak üzere Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliği’ne yazı yazdı.

4.Sulh Ceza Hakimliği, dosya üzerinde aynı gün yaptığı inceleme sonucunda yine E.B. ve benim hakkımda şu kararı verdi:

“Tutuklama tarihinden sonra şüpheliler lehine gelişen bir durumun olmadığı, şüphelilerin üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, tahkikatın sonuçlanmamış olması, delillerin karartılması ihtimalinin mevcudiyeti, tutuklama sebeplerinin devam etmesi ve kuvvetli suç şüphesi dikkate alınarak, CMK 100. Maddesi ve ilgili düzenlemeler ile AİHS 5. Madde kapsamında tutuklama nedenlerinin bulunması, verilen tutuklama kararlarının ölçülü oluşu ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla, tutukluluk halinin devamına…”

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10 Ağustos’ta bu defa 5. Sulh Ceza Hakimliği’ne yazdı. Yine tutukluluk halinin devamını istedi.

Hakimlik dosyayı aynı gün inceleyip, “tutukluluğa devam” dedi.

Gerekçe mi? “Dosyada mevcut bilgi, belge ve araştırma tutanakları, arama ve el koyma tutanakları ile somut deliller” uyarınca;

Ne demekse; “Şüphelilerin şekilde kaçma ihtimallerinin bulunması” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:

Delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir ederek, delilleri değiştirme ihtimalinin bulunması, delilleri yok etme, gizleme, değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması…

Klasik şablon, malum gerekçeler!..

Ancak önceki kararların hiçbirinde yer almayan, inanılmaz bir gerekçe daha var. Deniyor ki;

“AİHM’in birçok kararında da belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin olması…”

Kendi adıma konuşacak olursam; anladım ki, tüm planlarım öğrenilmiş, suçüstü yakalandım!..

Tahliye edilsem, “adaletin işleyişine zarar vermek için” hangi “faaliyetlerde” mi bulunacaktım?

Öncelikle bir gece yarısı Adliye’ye girip dosyayı ortadan kaldırmaya, vermedikleri dijitallerimi çalmaya çalışacaktım!..

Bunu başaramazsam; Trump’ı devreye sokup, “Müyesser’le ilgili soruşturmayı kapatın. Yoksa ekonominizi mahvederim. Biliyorsunuz, daha önce de yaptım.” şeklinde tweet atmasını ya da Merkel’in, “AB’nin Türkiye’ye yaptırım kararı alacağı toplantı öncesi Müyesser’in dosyasını halledin, elimi rahatlatın.” demesini sağlayacaktım!..

Böylesi bir iddia karşısında, “El insaf, el vicdan, el hukuk” diyor, başka da bir şey söylemiyorum.

Müyesser Abla’nın tutuklanma gerekçesi, Libya ile imzalanan askeri eğitim ve danışmanlık mutabakatı çerçevesinde bu ülkeye Korgeneral Metin Gürak’ın gönderildiği yazmaktı.

O yazınca, sanki gizli saklı gönderildi ve “devlet sırrı” idi de Müyesser Abla ifşa etti pozisyonuna soktular.

Oysa YAŞ toplantısı öncesinde yandaş Yeni Şafak gazetesi, Metin Gürak’ın Libya’daki görevini açık açık yazmıştı.

Keza Hürriyet Gazetesi de…

Şimdi gel de sorma, Müyesser Abla’nın yazması suç ise Yeni Şafak ve Hürriyet’in yaptığı ne?

Ya da onlarınki suç değilse Müyesser Abla’nın ki ne?

Tabii ki, sadece kurt ve kuzu hikayesi!..”