Bir dostumuz ‘Z kuşağı tamam da bu kuşak ne olacak?’ diye sorup, bir milli eğitim müfettişinin düşüncelerini göndermiş.

Müfettişin adı Doğan Ceylan…

İzmir Ödemiş’te bir lise Müdürü olan Ayhan Kökmen, 15 Aralık 2017 de iki öğrencisi tarafından tüfekle vurularak öldürüldü, hatırlarsanız.

Olayla ilgili görevlendirilen müfettiş Doğan Ceylan, olayı inceledikten sonra şu can alıcı raporunu yazmış.

“Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.

Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar.

Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.

Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.

Bütün acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.

Hayatlarının odağındaki tek şey; eğlenmek...

Eğlenemedikleri bütün zamanları işkence olarak görüyorlar.

Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller.

Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.

Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.

İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.

Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor.

Atalarımıza karşı vefasızlar.

Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.

Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.

Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.

20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?

Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?

Evlerini nasıl idare edebilecek?

Ülkeyi nasıl yönetecek?

Vatanı nasıl savunup can verecek?

Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim;

Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.

Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi.

Çocuklar hayattan bi’haber.

Açlık nedir bilmiyorlar…

Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında…

Acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hâle geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar.

Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha; “Susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.

Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.

Çocuklar hiç ıslanmıyorlar… Evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz.

Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları, yorulmasınlar diye...

Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz.

Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar…

Daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.

Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor, ne ocak yaktırıyoruz.

Çocuklar hissetmiyor hayatı… Açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor, yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar… Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana-babanın… Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize.

Bu problemi devlet derinden hissetmeli.

Bu problemin çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli.

Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.

Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.

Geç kalınmadan bu problem mutlaka çözülmeli.

Bu problem çözülmezse ülke çözülecek…”