Yirmi koca yıl geçmişti kapılar üstüme kapananı. Eskiden dışarı çıkma ümidim vardı ama artık istemiyordum. Buraya alıştım, burada büyüdüm. Gençliğim burada geçti, sakallarımın rengi burada değişti. Burada dostluklar edindim, düşmanlar da gördüm. Tehditler aldım, mutluluklar verdim. Tek kişilik hücremde günlerin biri geliyor, biri gidiyordu.

   Sabah içtimasının ardından avluya çıkardık. Günlük rutinlerden biriydi. Fakat bugün içtima sonrası koğuşlarımıza geri döndük. Kapılar üstümüze kapandı. Demir parmaklıkların arasından ne olup bittiğini izlemeye çalışıyordum. Diğer mahkûmlar bu durumu hoş karşılamamıştı. Avludan içeri bir adam girdi. Elinde kitaplar vardı, gözünde gözlüğü, siyah kıvırcık saçlarıyla, gardiyanlar eşliğinde yanımdaki hücreye getirdiler ve yerleştirdiler onu. Sonrasında kapılar açıldı ve biz avluya çıktık fakat onun kapısı kapalıydı. Hücreme dönerken onun hücresinin önünden geçmek zorundaydım. Kapı komşumdu. İlk gecesinde seslendim ama hiç cevap vermedi. Duvara bile vurmadı. Sessizlikte duvardan dinlemeye çalıştım ama uyuyordu. İlk gecesinde ağlamamıştı bile. Oysa ben ilk gecemde çok ağlamıştım.

     Ertesi gün avluda gördüm onu. Bir duvar köşesine çömelmiş kitap okuyordu. Etrafa bakmıyordu. Oysa biz hep gökyüzüne bakardık. Hava mavi ise mutlu olurduk. Yürürdük. Birkaç gün bu şekilde geçti. En sonunda dayanamadım yanına gittim merhaba dedim. O da yüzüme bakmayarak merhaba dedi. Konuşmak istemediği belliydi.

‘’Sadece merhaba demek istedim. Senin yan hücrende kalıyorum. Yirmi yıldır buradayım.’’

‘’Öyle mi? Bilmiyordum.’’

‘’Hmm… Masum olduğunu biliyorum ama neden buradasın?’’

‘’Masum olduğumu nereden biliyorsun?’’

‘’Masum olmayanlar ilk gece ağlarlar ama sen ağlamadın, uyudun.’’

Gözlüğünü düzeltip, yüzüme baktı. İlk defa orada görmüştüm gözlerinin rengini, konuşurken ne kadar sakin ve bilgiç bir konuşman vardı. Dünya düz desen inanırdım.

‘’Hiç kimse sanıldığı kadar masum değildir.’’

‘’Mutlaka öyledir. Ben buralardayım hatta yan koğuşundayım bir isteğin olursa söylemen yeterli.’’

‘’Kitap getirebilir misin?’’

‘’Kütüphane var aşağıda.’’

‘’Orada çocuk kitapları var.’’

‘’Sen listeni ver gerisine bakarım.’’

  Elime verdiği listedeki kitapların isimlerini ve yazarlarını hayatımda hiç görmemiştim. Zaten çok da kitap okuyan biri değildim. İstediği kitapları iki hafta sonra getirtebildim. Kitapları ona verdiğimde yüzünde bir çocuk gülümsemesi oluştu. Sonrasında en yakın arkadaşı ben oldum. Her şeyini bana anlattı, nasıl yakalandığını, sevdiğini, hayallerini ve içinde kurduğu dünyayı. Her şeyi anlatmıştı fakat hâlâ niye burada olduğunu söylememişti.

  Sabaha karşı avlunun kapısı yüksek gürültüyle açıldı. Hapishane müdürünün öncülüğünü ettiği grupta, birçok gardiyan bulunuyordu. İlk defa böyle bir sahne görüyordum. Hızlıca yan koğuşuma geldiler. Kapıyı açtılar ve onu aldılar. Koluna girdiler, sürükleyerek avludaki kapıdan çıkardılar. Bir daha göremeyeceğimi bilmeyerek çıkardılar onu bulunduğu yerden. İki gün geçtikten sonra başgardiyana durumu sordum. Artık onun dönmeyeceğini, hücresindeki eşyaları alabileceğimi söyledi. Suçu ne dedim. Boş ver diye geçiştirmişti beni. En azından nereye götürdüğünüzü söyle dediğim de ise ‘’Öteki tarafa’ gitti” demişti. Hapishanenin görmediğimiz, bilmediğimiz bir bölümü mü vardı yoksa o söylemek istemediğimiz öteki tarafı mı kastetmişti anlayamadım, aslında anlamamak istemiştim.

  İki gün sonra müdür beni odasına çağırdı. Büyük bir şaşkınlıkla gittim. Sohbete başladıktan sonra yan hücremdeki adamı sordum. Onun eşyalarını ve kitaplarını aldığımı söyledim. Müdür şaşkınlıkla yüzüme baktı. ‘’He o adam mı? Tamam, eşyaları sende kalabilir ama kitaplarını ve yazdığı not, defter, kâğıt gibi bir şey varsa onları da yak.’’ dedi. Sonrasında beni odasından uğurlamak için ayağa kalktı. Kapıya kadar yürürken, kolunu omzuma attı kulağıma eğildi ve ‘’O, düşüncelerinden dolayı idam edildi.’’ dedi. Tam bir şey diyecektim ki eliyle sus işareti yaptı. Düşüncemi söylesem idam edilecekmiş gibi başımı öne eğdim ve hücremin yolunu tuttum.