Bir ilkbahar sabahı evinden büyük mutlulukla çıkmıştı. Sahil tarafına inecek bir yürüyüş yapacak ve evdeki ufak tefek eksikleri alacaktı. Evden çıkar çıkmaz yukarıda parlayan güneşe baktı. Çok soğuk ve sert bir kış geçirmemişti fakat güneşin ışıkları ve sıcaklığı içini ısıttı. Bu mevsimlerde olan mutluluğu daha da katladı.

Sokakta yürümeye başladı. İçi nedensiz yere kıpır kıpırdı. Yalnız değildi. Hem yerde gölgesi hem de yukarıda güneş o nereye giderse onun peşindeydi. Sahile indiğinde biraz kalabalık vardı. Kimileri oturuyor, kimileri yürüyor, kimileri fotoğraf çektiriyordu. Denizin kenarına geldi ve derin bir nefes çekti içine. Yosun kokusu gırtlağından ciğerlerine indi. Bu hava akımı yüzünü daha da bir tebessüm ettirdi. Gözlerini kapadı, kafasını hafifçe güneşe doğru dönüp birkaç kez derin nefes çekti. İçinin huzur dolduğuna inandı.

Hemen alışveriş yapmak istemedi. Bu anın tadını çıkarmak hoşuna gitmişti. Sahilin hemen kenarında büyük bir ağaç ve çimenlik alan vardı. Çok güneşte kalmamak için oraya gitti. Sırtını ağaca dayadı, denizi ve önünden geçen insanları seyre daldı. O sırada çok hoşuna gittiğinden derin nefes almaya devam ediyordu. Fakat denizin kenarında aldığıyla burada aldığı nefesin aynı olmadığını düşündü. Hiç öyle şey olur muydu? İki adım geride hava değişir miydi diye kendiyle hafif bir tartışmaya girdi. Sonra ucunu bıraktı. Aman neyse ne dercesine o anın keyfini sürmeye devam etti. Nefes aldığına, burada olduğuna, denizi gördüğüne, özgürce sağ sola baktığına sevindi. O kadar abarttı ki sevinmeyi karıncalar bile aç değildir diye düşündü simit yiyen insanları görünce. Susamları dökülüyordur ve karıncalar da onları toplayıp yuvalarına götürüyordur diye düşünerek bunun sevincini de yaşadı. Bugün sevinç yaşama günüydü.

Yaslandığı ağaçta o kadar mayıştı ki gözleri ve bedeni artık bu rahatlığa, bu huzura ve alınan bunca temiz nefese dayanamadı ve uyumaya başladı. Bir süre sonra gözünü açtığında o tepesinde olan güneş artık karşısında sarılığını biraz kaybetmiş ve turuncu haliyle yüzüne vuruyordu. Sersemlemiş şekilde doğruldu. İçi geçmişti ama nasıl bir huzurlu iç geçmeydi o öyle. Saatlerce uyumuştu. Koca bir gün bitmek üzereydi. İnsanlar hâlâ denizin kenarında bir sağa bir sola yürümekteydi. Fakat güneşin tepede olduğu zamanki kadar bir kalabalık yoktu.

Uyuduğu yerden ayağa kalktı. Bir gerindi. Pantolonunu silkti, paçalarını düzeltti. Sonrasında da alışveriş için markete doğru yola koyuldu.

Marketten alışverişini yaptı. İki elinde de büyük poşetlerle eve doğru yürüyordu. O sırada artık güneş iyiden iyiye batmaktaydı. Bugünkühavanın o bıraktığı hafiflik ve huzur sessizliği o kadar mutlu etmişti ki onu, elinde olsa kaldırımın köşesine oturup bütün gün ve gece bu havayı izleyecek ve koklayacaktı.

Eve girdi. Marketten aldıklarını dolaba yerleştirdi. Bu sırada mutfaktaki eski radyosunu açtı. Günün huzuru, dinlenmiş bir bünye ve sevilen bir müzikler. Akşam yemeği için hızlıca bir şeyler düşündü ve uygulamaya koyuldu. Bir yandan radyoda çalan şarkılara eşlik ediyor bir yandan da yemeği yapıyordu.

Hazırladığı tepsiyle evin arka odasına gitti. Tepsiyi yere koydu ve cebinden çıkardığı kilitle odayı açtı. Karanlık bir oda da elleri bağlı, yıpranmış bir adam duruyordu. Tepsiyi adamın önüne koyarak, adamın bağlı olan ellerini çözdü. ‘’Ye’’ diyerek adamın yüzüne sert bir yumruk yapıştırdı. Kapıyı üstüne kapadı ve mutfağa geçip sevdiği müzik eşliğinde günün keyfini çıkararak yemeğini yemeye başladı.