Ne zaman işler kötüye gitse ‘dış mihraklar müdahale ediyor’ paranoyası başlıyor.

Bir takım gerzeklere bakılırsa ‘dış güçler’ büyüyen, gelişen, güçlü Türkiye’yi istemiyorlar, bizi kıskanıyorlar, bize saldırıyorlar, ülkemizin önünü kesmek için ne mümkünse yapıyorlar.

O gerzeklere katılmıyorum.

İyi biliyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımız da o gerzeklere katılmıyor.

Nereden mi biliyorum?

Birde bir adet var, ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen 'dış güçler' deriz, yabancılar deriz şu deriz bu deriz, onlara bazı isimler buluruz. Ve bunlar sebebiyle biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan. Yani bu doğru da olabilir ancak ben buna katılamıyorum. Niye katılamıyorum? Eğer sizin bünyeniz güçlüyse, sağlamsa, bünyede olan virüs hiçbir zaman sizin vücudunuza zarar veremez” sözlerinden biliyorum.

Ben de Sayın Cumhurbaşkanımız gibi düşünüyorum. Ne bu paranoya? Yok darbe yapacaklar, yok ekonomiyi batıracaklar, yeter yahu!

Cumhurbaşkanımızdan daha mı iyi biliyorsunuz?

Görevlerinizi yapmamışsınız, derslerinize çalışmamışsınız, çarşafa dolamışsınız sonra da yok efendim dış güçler!

Bırakın bu bahaneleri de işinizi yapın, işinizi…

Beceremiyorsanız da çekip gitmeyi öğrenin artık.

Bu ‘dış güçler’ paranoyası siyasetin olduğu kadar, sosyal psikolojinin de alanına giriyor malumunuz.

Üşenmedim, araştırdım, psikologlar da Sayın Cumhurbaşkanımız gibi düşünüyor, bu ‘dış güçler’ bahanesinin bir paranoya ve bir rahatsızlık olduğunu ifade ediyor, konuyu ‘bilişsel önyargı’ rahatsızlığına bağlıyorlar.

Kurt adam hikayesini bilirsiniz. Ormanın içinde küçük bir köyde sıra dışı cinayetler olur ve maktuller vücutları paramparça, tanınmayacak halde bulunur. Sonrasında, ilk kimin söylediği bilinmeyen kurt adam laneti köylüler arasında hızla yayılır.

Aslında katil kurt adam değil, insanlar içinde bir insandır fakat insanoğlu kendi türünden birine bu vahşeti yakıştırmadığı için bir efsane yaratmayı tercih etmiştir, ki Psikoloji buna ‘bilişsel önyargı’ der.

Bu önyargılar, çevremizdeki olayları değerlendirirken beynin düşünce ve karar mekanizmasının hata vermesine sebep olur.

Önyargılar, inanç, bilgi ve çevre algısıyla beslenir.

Muhafazakar mahallede hırsızlık oldu diyelim, en son şüphe duyulacak kişi cami imamıdır çünkü din, hırsızlığı yasaklamıştır.

Bu bilgi, beyne otomatik olarak “Dindar adam çalmaz” savunmasını yaptırır. Sonra hırsız da olsa dindar korunur, ahlaklı da olsa içki içen biri kolayca şeytanlaştırılabilir.

Psikologlar buna ‘Halo Etkisi’ diyorlar.

Halo Etkisi’nin kaynağı Amerikalı psikolog Edward Thorndike…

Askerler üzerinde bir araştırma yaptı. Her komutana askerlerinin fiziksel yetenekleri, zekaları, emirleri uygulama becerileri hakkında sorular sordu.

Şaşırtıcı olan, komutanların “üstün asker” olarak nitelendirdikleri bütün askerler, sağlam yapılı ve yakışıklıydılar. Komutanlara göre bu askerlerin hepsi aynı zamanda, iyi nişancı, disiplinli, kararlı, zeki, fedakar, liderlik yetkinlikleri olan askerlerdi.

Thorndike, komutanların askerlerin dış görünüşlerinden etkilenip, onlara -gerçekte var olmayan- pek çok olumlu özellikler atfetmesine, “Halo Etkisi” adını verdi.

Halo etkisi, hayatımızın her alanında olduğu gibi siyasi tercihlerimiz bakımından da içine düştüğümüz bir yanılsamadan ibaret yani…

Haliyle bu tip insanların bilişsel önyargılarını besleyerek, onların kafaları rahat etsin diye yazıp çizen bir kontrollü ve yandaş medya da varsa yönetenlerin elinde, tıpkı düşman tanklarını evlerinin önünde görünceye kadar savaşı kazandıklarını zanneden Almanların durumuna düşmemeniz mümkün olmuyor.

Yandaş medya burada da çok önemli elbet…

Kendinden olanı melek, başkasını şeytan göstererek, halkı, bildiklerinin ve inandıklarının gerçek olduğuna inandıracak bir medya işin içine girince de her şeyi kabullenen ama soru işaretini hiç sevmeyen bir topluma dönüşüveriyorsunuz.

Malumunuz ‘ideolojik körlük’ de medya sayesinde zirve yapar, taraftarlar, doğrularla yüzleşmek yerine zihinsel konformizmi tercih ederler.

Yıllarca peşinden gittiği kişi aslında bir sahtekar olsa, o kişiyi çok sevmeseler bile, heba olan yıllarıyla yüzleşmemek için, kendini aptal hissetmemek için, aynadaki yalana inanıp, gerçeği yalan görmekte ısrar ederler.

Zihinsel konformizmi tercih edenler aynı zamanda kendilerini emniyet de görürler.

Bu tipler için, bilginin gerçek veya yalan olmasından daha ziyade kendilerini emniyette hissetmek önemlidir.

Bu tipler, örneğin ekonomik kriz gibi kaygı verici hale geldiğinde bile, bunun nedenini merak etmez hatta gerçeği değil kendilerini rahatlatacak cevabı arar, yalan yanlış da olsa kendilerini güvende hissettiren söylemlere sımsıkı sarılırlar.

Bu tipler, düşmanı dışarıdan seçerler ki, içeride emniyette olsunlar.

Görünmez düşmanlar yaratırlar ki, görünür bir sorumluluk almaktan kurtulsunlar.

Kurt adam hikayesinde olduğu gibi, cinayeti işleyenin aralarından biri olduğunu düşünerek diken üstünde uyuyacaklarına, dışarıdan bir lanet uydurarak korku menşeli ittifakta huzur (!) bulsunlar.

Netice de yönetenler o bu algıyı yaratıp destekliyor, yönetilenler de, ülkedeki her kötü gidişatın sorumlusunu dış mihrak görerek huzur buluyor.

Biz, bulamayanlar da böyle arada kaynayıp gidiyoruz.

Maalesef ki aynı gemideyiz de ondan…