Sürekli aynı soru; Referansı İslam olanların iktidarına ve neredeyse çocuklarımızın yarısı İmam Hatip Okullarında okuduğu halde Deizm ve Ateizm neden artıyor?

Ahlaksızlık nasıl oluyor da bu kadar tırmandı?

Yüce Mevla; ‘‘İman ve zafer yüzlerinizi doğu veya batı yönüne dönmeniz değildir; iman ve zafer, o kişinin tavrıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanır; malı, içinden gelerek akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım dileyenlere, özgürlüğüne kavuşmak için didinenlere verir; namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri, ahitleştiklerinde sözlerine sadıktırlar. Ferahlık ve sıkıntı zamanlarında, şiddet ve savaş durumunda sabredenlerdir onlar. Özü sözü bir olanlardır onlar. Takva sahipleri de işte onlardır’’ buyuruyor. (Bakara, 177)

Merhum Yaşar Nuri Öztürk de “Ahlak halinde yaşanmayan din şekil ve slogana, şuur haline gelmeyen iman ise iddia ve inatçılığa mahkûm olur. Slogan, değer üretmekle övünme imkânı bulamayan benliklerin, değer üretenleri övme veya sövme hedefi yaparak tatmin bulmalarının aracıdır” diyordu.

İşte yukarıdaki soruların cevabı; Din ahlaksız bir şekilde yaşanıyor da ondan…

Yani maalesef ki dindarımız ahlaklı değil.

Kişiler gibi Müslüman ülkeler de ahlaksız…

Peki, din iddiası olmayan, halkını dindar yapma iddiası bulunmayan, sözde şeriat veya din kurallarına göre yönetilmeyen yani laik ülkeler de durum nedir?

İnanın ki tam tersine…

Örneğin Japonya…

Japonya'da Tarikatlar Var mı? Yok…

Eğitim dini esaslara göre veriliyor mu? Hayır.

Bazı ek sorgulamaları da yaparak merakımı gidermeye çalıştım.

Politikacıları, bürokratları bizdekiler gibi yalan söyleyip halkını sömürüyorlar mı? Hayır.

Gidenler, görenler anlatıyor:

“Yalan, yolsuzluk, hile, hırsızlık adına bir eylem yoktu. Hiç öyle şeyle tanışmamıştı halkın büyük kesimi, sadece herkes çok saygılıydı birbirine, hak ve hukuk temel kuraldı, devletin başındaki kral da halkına saygılıydı, onlara yalan söylemiyordu, halkı da ona karşı öyleydi çünkü kralın kendisi de ailesi de çok saygın insanlardı.

Peki, alt tabakadaki fukara halk bizdeki gibi yokluğa şükredip Tanrı'ya sığınıyorlar mıydı?

O soruya da olumsuz cevap gelince, ister istemez şu soruyu sorma gereği duydum rehbere.

Bu Japonların ağası, şeyhi, imamı, hacısı, hocası yoksa bunlar neye inanıyor, tarikat şeyleri de yoksa ölenlerine "cennete" gitmeleri için kimden dua istiyorlar?

Tabii ki bu son soruyu bu kadar açıktan sormadım işin ehli olan rehbere, fakat o ne demek ve öğrenmek istediğimi anladı ve ona göre cevap verdi.

Aldığım cevap karşısında ülkem adına utandım.

Bir gerçeği yüzüme söyle sertçe sayılabilecek bir ifade ile haykırdı rehber, "...Japonya'da önce ahlak vardır. Toplumu yöneten ve yönlendiren din değil, ahlaktır. Ahlakın ilk şartı doğru ve dürüst olmak, işini en iyi şekilde yapmak ve başarmaktır. Hile ve yalan toplumun nefret kaynağıdır."

Tüm bunları dinledikten sonra 'peki dedim, tüm bu kaynak fukaralığına karşın nasıl oluyor da Japonya, dünyanın en güçlü ekonomilerden biri olabiliyor?'

Verdiği yanıt tam da Türkiye'yi hatırlatıyordu (!).

"...Japonlar ne diyanete ne tarikata ne cemaate ne şeyhe ne ağaya inanır. Her bireyin vicdan terazisi onun dini, imanı, Tanrısıdır. Toplumda ne yolsuzluk ne rüşvet ne devleti soymak ne yalan ne lafazanlık vardır! Japonlar töreye bağlıdır. Temel ilkeleri dürüstlük ve ahlaktır. Bunu da aldıkları eğitimle sağlarlar. Her birey çocukluğundan itibaren bilim ve teknolojinin üstün gücüne inanarak yetişir. Toplumun değişmeyen ilkesi ahlaklı, adaletli olmak vardır. İşin ehli olmayan asla bir işin sorumlusu olamaz. Yani dillere pelesenk olan "liyakat" temel ölçüttür bir işin sorumluluğunu almak için..."

***

Bu seyahatimde şunu gördüm ve öğrendim ki Japonya'da ne idareciler ne için sorumluluğunu üstlenen bürokratla hiçbir zaman bilimi inanca karıştırmazlar.

Her şeyin temeli bilime dayandığını bilirler ve bu ilke doğrultusunda eğitilirler. Japonlar, dogmaların ele geçirdiği beyinlere bilimin ışığının süzülemeyeceğini bildikleri için çocuklarını ve genç kuşaklarını bilimin ışığı altında ve doğrultusunda eğitirler.

Bunu yaparken milli töreye, kültüre bağlı kalırlar. Onlarda tarikat, diyanet, cemaat sistemi yoktur. Devleti idare edenler soyu belli olan gerçek Japonlardır. Onun içindir ki bugünkü Japonya sıradan bir devlet değildir.

Devleti idare eden kadrolar hem eğitimsiz hem de cahil olunca, iş daha da vahimdir. Böyle bir durumda cehalet örgütlenir, devletin mahrem birimlerine kadar nüfuz eder. Cehalet prim yapar, teşvik bulur, tarikat ve cemaatler aracılığıyla örgütlü cehalet en üst düzeye devletin kurumlarını felç ederler. “

İşin ilginç yanı atom bombası yemiş, yıkılmış, yer altı ve üstü hiçbir zenginliği olmayan bu ülkenin, dünyanın en zengin ülkesi olması, her yıl bütçe fazlası vermesi,  halkını zorunlu olarak tatile yollayan bir ülke olması...

Peki, bu nasıl başarılmış?

Sadece insana yatırım yapmışlar, ahlaklı bir toplum oluşturmuşlar o kadar!!!

Bilmem anlatabildim mi?