Yargıçların cübbeleri düğmesiz ve iliksizdir, hiçbir güç karşısında eğilip bükülmesinler, düğme iliklemesinler diye…

Mesela ABD’de içeri giren kim olursa olsun, yargıçlar ayağa kalkmaz, belki alkışlar ama ayağa kalkıp yapmaz.

Roma ve Yunan adalet tanrıçaları Justitia ile Themis’in birleşimi olarak günümüze dek gelen Adalet Heykelindeki hatunun gözleri bağlıdır, karşısındakini görmesin ve karşısındakinin konumundan etkilenip öyle karar vermesin diye…

Şimdi bakın, bizimkiler, adalet sembolü bu hatunun gözlerini açtılar ve bunun dünyada örneği yok.

***

TBMM’nin ilk Yargıtay’ı Sivas’ta açıldı.

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, 1924 yılında taşındı ama Ankara’ya değil, ta Eskişehir’e…

Bu da mı zorunluluktandı? Ankara’nın çivisi mi çıkmış da yer mi bulunamamıştı? Hayır?

Tamamen yargı bağımsızlığı ile ilgili hassasiyetti sebep, siyasi erk ve Ankara müdahale etmesin veya yargıçlar üzerlerinde öyle bir baskı hissetmesinler diye…

Yargıtay başkanları bırak çay toplamayı, siyasi elit ile çay bile içmesinler diye…

Derler ki; “Yüksek mahkeme adeta, serada nadide bir çiçek yetiştirir gibi kurulduğu Sivas'ta kök saldı, nakledildiği Eskişehir'de dal ve yaprak verip kuvvetlenip her türlü iç ve dış tesire dayanıklı hale getirildikten sonra Başkent Ankara'ya alındı. Bu özen ve saygı, yargı organlarının ve alt derece mahkemelerinin verdiği kararlara da yansıdı.”

Bugün ise yargı sistemi sarayların bahçesine kök salıyor…

***

Konu Atatürk’e suikasttı. Önemliydi. Halk galeyana gelmişti. Yargı süreci başladı.

Tut ki adam delil yetersizliğinden beraat etti, bu karar nasıl açıklanabilir ve Atatürk’e nasıl izah edilebilirdi?

Daha da önemlisi vereceği tepkiydi…

Nitekim zanlı beraat etti. Bu kararı veren hakime sen yandın oğlum, bittin sen dediler.

Atatürk ne yaptı?

Kararı duyunca saygı gösterdi.

“Demek ki yargıç, suçun işlendiğine kanaat getirecek ölçüde kanıt bulamamıştır” dedi.

Ve daha önemlisi bu hakimi terfi ettirildi.

Hadi gelin de bu gün ile kıyaslayın…

***

Hz. Ömer halifelik sorumluluğunu yüklendiği gün sahabeye sordu; Yanlış yapacak olursam ne yaparsınız?

Sahabeden biri, kılıcını göstererek “Seni eğri kılıcımla doğrulturum” dedi.

Kızdı mı? Hayır...

Tıkın şu şerefsizi içeri mi dedi? Hayır.

Bu, beklediği ve arzu ettiği cevaptı. Karşılığında, secdeye kapanıp Allah'a hamd olsun ki, ben yanlış yapacak olsam da beni düzeltecek tebaam var, dedi.

O kılıç o günün hukukuydu.

Bugün bu ülkede, bu cevabı aldığında secdeye kapanacak, şükredecek birileri yok.

Dolayısıyla ülkeyi yönetenlere, bu cevabı verebilecek yargı mensupları da...

***

Yine Hz. Ömer, cami inşa edilen arsanın bir kısmı, bir Yahudi’nin...

Adam inat, vermiyor arsasını...

Buna karşılık Hz. Ömer’in tavrı; Camiyi yıkın ama adaleti asla yıkmayın!

Çünkü adalet, mülkün yani devletin temeli...

Ve Hz. Ali’nin dediği gibi; Adalet, devletin dini...

İşte Laikliğin, yüzyıllar öncesinden tarifi bu olsa gerek...

Şimdi gelin de bu ülkeyi yönetenlere anlatın…

***

Prusya Kralı Friedrich, 1740 yılında göreve geldiğinde, önceliği eğitim ve adalet olur.

İşte nasıl bir adalet sistemi gerçekleştirdiğinin örneği;

Bir gün, üzerinde bir değirmen olan tepeyi çok beğenir, satın alınarak kendisi için bir saray yapılmasını emreder.

Fakat değirmen sahibi, değerinin çok üstündeki tefliklere rağmen bir türlü ikna edilemez.

Olaya direk müdahil olur, reddedilince kızar, bağırır;

“Sen benim Prusya Kralı Friedrich olduğumu bilmiyor musun yoksa?”

Değirmenci hiç alttan almaz. “Biliyorum” der. “Senin kral olduğunu biliyorum. Ama ben de bu değirmenin ve arazinin sahibi Sans-Souci’yim.”
Kral iyice köpürür ve “Kim olduğumu biliyorsan, zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Benim binlerce askerim var. Senin kimin var, kime güveniyorsun?” der.
Değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden tarihe geçen o ünlü sözü söyler:
“Berlin’de hâkimler var. Ben de onlara güveniyorum.”
Kral bu cevap üzerine sağladığı adaletin kendi aleyhine bile güvenildiğini anlar ve tarihe geçen şu ünlü sözünü söyler: “Hiçbir güç, hiçbir iktidar, kral dahi olsa adaletten üstün değildir.”
Sonra, bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını diker ve adını da Sans-Souci Sarayı koyar.

Bugün, Berlin’i bilmem ama Ankara’da hakimler yok.

Ve bu ülkede, adalet can çekişiyor.

Eğer ölürse bilin ki ne din kalır ne devlet…