1990’lı yıllardı…

Henüz Kamu Çalışanları Sendikaları Yasası çıkarılmamış, Anayasa’da ilgili madde yasallaştırılmamıştı. Mesut Yılmaz’ın bir tarihte çıkardığı genelgeye göre faaliyet gösteriyorduk, ona göre muamele görüyorduk.

57.Hükümet kuruldu.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan oldu.

Görüştük, taleplerimizi ilettik. Hak verdi ama ‘çocuklar ben bugün yatıp yarın kalkıp sizin yasal düzenlemenizi yaptıramam, bunu biliyorsunuz değil mi’ dedi ve ekledi ‘ben ancak, yasal düzenlemeniz yapılıncaya kadar sizi muhatap alırım ve sizin sendika muamelesi görmeniz için elimden geleni yaparım…’

Bir yandan asıl mesleğimizi icra ediyor öbür yandan sendikal faaliyetimizi sürdürüyorduk. Zor oluyordu haliyle… Durumumuzu görünce bir genelge çıkardı. Mealen, ‘kamu çalışanları kamusal görev yaptıkları için devletten maaş alıyor, kamu çalışanları sendikaları da kamusal bir hizmet yaptığına göre neden maaşlarını biz vermeyelim’ diyerek bir genelge çıkardı. Buna göre 400 ve üstü üyeye sahip sendika şubelerinin yönetim kurulu başkanları devletten maaşlı izinli sayıldı.

Ha, bir hatırlatma daha; 57.Hükümete en çok muhalif olan sendika da Türkiye Kamu-Sen’di.

Her gün alanlardaydık, her gün bir eylem ve miting yapıyorduk. Hele Resul Akay’ın gerçekleştirdiği Yalova-Ankara yürüyüşü, hükümetin sosyal ve ekonomik politikalarına karşılık yapılan en güçlü ve en etkili eylemdi.

Koalisyon Hükümetinin hiçbir ortağı, yahu bunlar ne yapıyor, bunların sesini kısmak lazım falan demedi.

Çünkü o yıllarda hoşgörü hakimdi…

Bunları niye anlatıyorum? Batan müflis tüccarın eski defterleri karıştırması gibi, bize de eski defterleri karıştırıp ‘nerede o eski günler’ diye sormak düştü de ondan.

Eskiden buzdolabı bile yoktu algısını ‘neredeeeen nereyeeee’ diye şarkılaştıranlara, demokrasi ve hoşgörü anlamında nereden nereye geldiğimizin bir örneğini vereceğim bugün…

Cihad Koray, TÜVASAŞ personeli…

Ama o aynı zamanda Ulaşım İş Sendikası Genel Başkanı…

Belki üye sayısı belki de sendikanın bütçesi evermediği için profesyonel olmamıştır, bilemem… Ama o bir sendikanı genel başkanı.

Ama ne yazıktır ki işvereninde, geçmişte Yaşar Okuyan’ın ve bağlı bulunduğu hükümetin üyelerinin gösterdiği saygı ve hoşgörünün zerresi yok.

Neredeeeen nereye, değil mi?

Çalıştığı kurum yani TÜVASAŞ, işe gelmediği gerekçesiyle Cihad Koray’ın iş akdinin feshine hükmetmiş!

Gerçekten öyle mi, diye sordum.

“Böyle şey olabilir mi. 3 ay işe gelmeyen kişi hakkında soruşturma açılmadan önce onun amirine bugüne kadar neden gereğini yapmadın diye soruşturma açılır. Açılmadı.

22 gün mazeretsiz olarak izinsiz işe gelmediğimden ötürü sorumlu görüldüm iş akdimin feshine gerekçe gösterilen gün sayısı bu kadar. Bu günlerinde 13-14 günü için izin yapıldığı halde müfettiş uygun görmediğinden izinsiz sayılmış. Ocak ve Şubat ayları içene denk gelen 6 gün Sendikal faaliyetlerde bulunduğumuz günleri kapsıyor bunlar ile ilgili Yönetim Kurulu kararları mevcut yani mazeretsiz değil. Geri kalan 3 gün için büyük ihtimal ila kart basmayı unuttuğumuz günlerdir. O tarihlere ait kamera kayıtlarına bakıldığında bu durum anlaşılacaktır. Sonuç olarak İzinsiz mazeretsiz olarak gözüken gün sayısı toplamda 3 günü geçmez.

İdarenin kendine dert etmediği, soruşturma açma gereği görmediği bir durumu şikayetçi kişi kendine dert edinmiş idareye görev ve sorumluluğunu hatırlatmış idarede soruşturma başlattı.

Bu soruşturmada yetki dışına çıkıldı ve usul yönünden de uygun bir soruşturma yapılmadı.. Bu hususlara fazla girmek istemiyorum malum yargıya intikal edecek. Bana karşı tamamen cezalandırma maksatlı bir kumpas kurulmuştur. Bu soruşturmanın ne idari ne vicdani olarak haklılık dayanağı yoktur. Yargı bu kumpası boşa çıkaracaktır.

Erol bey yapılmış izinleri, Sendikal faaliyetleri gösteren belgeleri bir kenara bırakın 60 güne yakın yıllık izni bulunan 36 yıllık hizmeti ve sicili her yıl "A" düzeyinde olan, hakkında açılmış tek soruşturma ve bunun sonucu ceza almamış bir kişiyi 22 gün mazeretsiz olarak işe gelmemekten iş akdini fesh edilmesinin vicdanlarda yeri yoktur. Her şey kağıt üzerinde yazıldığı gibi değerlendirilmez. Örneğin borcu yüzünden aracı veya evi icradan satışa çıkmış arkadaşınızın bu mal varlıklarını almanızın kanuni yönden sakıncası yoktur ama vicdani yönden doğru değildir..

Bundan dolayı hakimler karar verirken sadece kanunlara göre değil, vicdanlarına uygun karar verirler.

Bana verilen bir ceza daha var, "kınama" cezası. Bu cezayı teklif eden müfettiş görev yerime gitmediğim için bu cezayı teklif ediyor, aynı müfettiş bağlı bulunduğum fabrikanın müdürüne de bana görev vermediği için kusurlu görüyor ve uyarı cezası teklif ediyor. Üstelik benim için kınama cezasını en ağır maddesinden "kurumların huzur ve sükununu bozmaktan " dolayı teklif ediyor. Bu nasıl bir mantık…”

Ben de bakıyorum da bu soruşturmanın hiç bir yerinde mantık yok. İnşallah idari yargımız hakkı haklıya teslim eder de bu utançtan kurtuluruz.