Çocuklarınızın üzerine nasıl titrediğinizi bilirim. Çünkü ben de bir babayım. Onları her türlü tehlikeden, kötülükten, pislikten ve ahlaksızlıktan korumak için her şeyimizi feda ederiz.

Kim çocuğunun huzurlu, mutlu ve refah içerisinde bir hayat yaşamasını istemez ki?

Dünyada bir yetkinlik varsa aslında en önemlisi çocuk yetiştirme yetkinliği olmalı, gelecek nesillere yön verecek olan ve toplumun temel taşlarını oluşturan bugünün çocukları bizlerin mahiyetinde değil mi?

Canı, duygusu, herhangi bir hissi ve toplum için yapacağı şeylerin çok kısıtlı olduğu araba sürme meselesi için bile ehliyet veriyoruz.

 Ebeveynliğin, bireysel ve toplumsal açıdan daha mı az sorumluluğu var? Ya da soruyu daha doğru soralım: çok daha fazla sorumluluğu yok mu?

Üremek insanın en temel güdüsü, insan doğası diye girmek isteyenlere, doğamızı böyle fütursuzca yaşayabiliyor muyuz diye sorarım. Doğanın bile kanunları varken; ebeveyn olmanın herhangi bir kanunu ya da kuralı yok.

Çocuk doğar; doğduğu andan itibaren sorumluluk yüklemeye başlarız. Aaaaa annesine benziyor; babasına benziyor, hayır canım alakası yok; o tıpkı halası.

İlkokula başlar; bak Mert’in dersleri daha iyi seninki neden böyle, bak o şöyle bu böyle.

Toplum baskısı ve çevresel faktörlerin etkenleriyle insan şekil değiştirir, içgüdüleri toplumun taleplerine göre şekillenmeye başlar; çünkü insanoğlunda ait olma duygusu vardır. Bir şeye ait hissetme…

Topluma kabul görme içgüdüsü tüm hızıyla şekillenirken çocuklarımız okul hayatına başlar; okulda başarılı olup olmadığı yarım saatlik sınavların sonuçlarına göre belirlenir. Ve işin çok daha acı tarafı şu ki; hayatı böylece şekillenmeye başlar.

Eğitim sistemimiz çocuklarımızın yetenek ve kabiliyetlerine göre değil; sınavlar sonrasında almış oldukları puanın sayısal dizilişine göre herkese bir puan veriyor; bunu ailelerimizin çocukları üzerinde kurdukları; ‘şu olmalısın, o olmalısın’ baskısı da pekiştiriyor.

Çocuklarımızın ne istedikleri, kabiliyetlerinin neye yatkın olduğu, hangi işi yaptıklarında mutlu olacakları göz ardı edilmekte ve hayatlarına aslında iyilik yaptığımızı zannettiğimiz evlatlarımız toplumun ve ailesel baskıların dürtüsüyle mutsuz oluyorlar.

Eğer içinde yaşadığımız dünyayı ve hayatı koltuğumuzda oturmuş, elimizde patlamış mısırımızla izliyor olsaydık, tüm bu kurallar, kanunlar, "gereklilikler" yığınının arasında, insan dünyaya getirmek ve dünyaya geldiği andan itibaren yetiştirmek sorumluluğunun hiçbir yeterlilik önkoşuluna bağlı olmamasına şaşırmamak elde değil.

Her şeyin olduğu gibi insan olmanın da çok ağır ve hayati sorumlulukları bulunmakta, insan olma ehliyeti olsaydı Aziz Nesin’i bir kez daha hatırlar mıydık acaba?

İnsan haklarından girecek olursak, kısa bir münazara sonrası, ehliyetsiz ebeveyn ve kontrolsüz doğumun insan haklarına aykırı olduğu sonucundan çıkabiliriz. Biraz daha uzun bir münazara sonrası, mevcut durumun insan türünü bilişsel olarak geriye doğru evrimleştirdiği ve türün geleceğini tehdit ettiğini de görmemek elde değil.

İnsanlık büyük tehdit altında olmakla beraber; yarınların daha karakterli ve insani değerlere sahip çıkan evlatlar yetiştirmesi için; öncelikle ailelerin ve toplumun bilinçlenmesi gerekir.

Bunun hemen ardından alınması gereken önlem ise; ailelerin ve toplumun baskıları ardına sıkışmış çocukları saatlik sınavlarla hayatlarının belirlenmesi ortamını hazırlayan eğitim sistemidir.

En sevdiğimiz, canımızdan bile sakındığımız evlatlarımıza bilmeden ciddi psikolojik ve hayati zararlar verebilmekteyiz.

Sağlıklı günlerde görüşmek ümidiyle, sağlıcakla kalın.